"Hasan Cemal, gazeteci olacağına futbolcu olsaydı" diye hep hayıflanırım. Türk futbolunda iz bırakan bir yıldız olurdu. Gazeteciliği mi?.. O konuyu geçelim daha iyi..
Mehmet Yılmaz, yönetici olarak harikaydı. Müthiş dergiler, çok başarılı gazeteler çıkardı. Yazar olarak da her gün bayıla bayıla okuyorum.. Gene de "Keşke asıl işi aşçılık olsaydı" dedim, onu Londra'da, ünlü Maze'in mutfağında, üzerinde Michelin Yıldızlı Şef Gordon Ramsey'nin önlüğü, tavada deniz tarağı pişirirken görünce..
"Gazeteciliği değil, aşçılığı seçseydi, Türkiye'nin ilk ve tek Michelin yıldızlı şefi olurdu kesin" dedim, masada oturan Ayşe (Arman), Metin (Münir) ve Ömer'e (Kayalıoğlu).
Mehmet'le iki yıla yakın ayni evde oturduk, Erkekçe'yi çıkarırken, İstanbul'da..
Ali de (Kocatepe) bizimleydi.. Aç geldiğimizde mutfağa girerdi Mehmet.. Ve de orda ne varsa onları kullanarak bir şeyler hazırlardı, soğuk sıcak..
Ben böyle bir lezzet hatırlamıyorum ve o lezzetleri aradan geçen 30 yıla rağmen unutamıyorum.
Bir yaptığını bir daha yapmazdı. Yapamazdı ki.. Çünkü ne tarif vardı, ne ölçü.. Ne de önceden seçilip alınmış malzeme.. Sadece mutfakta ne varsa onlara bakar ve lezzeti kafasında yaratıp, önündekileri yemeğe, sosa dönüştürürdü..
Bu Allah vergisi bir yetenek..
Ömer, ilk Londra gecemizde yemek için harika bir seçim yapmış.. Maze'in (Dehliz) şef masası..
Şef masası mutfağın içinde.. Birbirine paralel tezgâhlara bakarak yemek yiyorsunuz.. Bu masa tek.. Bu masayı ayırtmak da hüner.. 3 aylık bekleme listesi var..
Yemek de seçmedik. Tadım menüsü ayarlamış Ömer.. 24 çeşit falan. Büyük Şef ne hazırlıyorsa, hepsinden tatmak için.. Hepsi de enfes.. Ama nasıl enfes, anlatılmaz..
Gordon Ramsey, Glasgow Rangers'ın fevkalade yetenekli futbolcusu iken sakatlanıp, aşçılığa heveslenen ve zirveye ulaşan adam, tam bizim masanın önünde sırtı bize dönük çalışıyor.. Yığınla ocak. Yığınla aşçı, siparişleri hazırlıyor. Pişirdikleri Gordon'un önüne geliyor. O servis tabağına alıyor. Tadıyor.. Üzerine sosunu döküyor, süslüyor ve garsona teslim ediyor.. Yanlış bir şey geldiği zaman, az pişmiş, çok pişmiş, malzemesi yanlış kullanılmış.. Mutfak çınlıyor.. Öyle haşlıyor.. Sert yani.. Zaten sertliği ünlüymüş..
Yemek bitti, bir şef önlüğü getirdiler. En kıdemli benim ya masada.. Bana.. Hatıra resmi çektirmek için.. Giydim.. Çekiyorlar.. Ben "İçimizde asıl şef Mehmet.. Ona giydirin" diyorum.. Gordon kendi önlüğünü çıkardı verdi Mehmet'e.. Mehmet poz vermedi, ocağın başına geçti.. Siparişlerden biri deniz tarağı.. Başladı pişirmeye.. Sonra tabağa koyup sosladı ve süsledi.. Artık hangi müşteriye kısmet olduysa..
Hürriyet'te okudum.. "Gordon'dan eksiğim yok" diyordu.. Yanlış.. Vardı.. Hem de öyle vardı ki..
Gordon'un elinde bir kaşık.. Pişen eti o kaşıkla tavadan alıyor. Servis tabağına yerleştiriyor.. Sonra sosu ayni kaşıkla kaseden alıp, etin üzerine döküyor. Sonra kaşığı yalıyor. Hem tatmak, hem de üzerinde kalan sos bulaşığını silmek için.. Sonra kıçına götürüyor, pantolonunda kuruluyor kaşığını ve tezgâhın üzerindeki bardağın içine koyup yeni yemeği bekliyor. Bütün gece ayni kaşık, "Tava, tabak, ağız, kıç" turu yaptı durdu..
Michelin yıldızı böyle oluyor demek..
Mehmet ne ağzına götürdü kaşığını, dikkatle baktım, ne de kıçına..
Yani, siz siz olun, sakın ola, mutfakta yemek yemeye kalkmayın.. Bırakın şefin sırrı şefte, ağzınızın tadı sizde kalsın!.