"Ya ben.. Ya ben.. Yarım saat mini barı aradım. Bulamadım, pes ettim" dedi Metin Münir..
Ben "Odaya girdim. Valizimi açıp gömlekleri asacağım, ama nereye asacağım.. Dön Allah dön, minnacık odada bulamıyorum" deyince..
Londra'nın yeni butik otellerinden Sanderson'dayız.. Gurup harika.. Ayşe Arman, Mehmet Yılmaz, Metin Münir.. Ekibin başı da Ömer Kayalıoğlu.. Zaten daveti kabul etme sebebim o.. Ömer, beni ölesiye Yapı Kredili yapan o müthiş ekipten.. Burhan Karaçam Genel Müdürdü.. Ömer yardımcısı.. Ayhan da, Basın Halkla İlişkiler yöneticisi.. Yani inanın, işe giderken uğrayıp bir kahve sohbetini nerdeyse adet edindiğim dostlardı. Üçü de kültür ve sanat âşığıydılar. Yapı Kredi Kültür A.Ş. yi onlar mı kurdu bilmem.. Ama geri kalan tüm bankaları özendiren o müthiş atağı onlar yaptılar, sergiler, kitaplar, dergiler ve konser geceleriyle..
Karaçam emekli oldu. Şimdi ara ara bana kendi seçip sıraladığı melodilerden oluşan CD'ler yolluyor, Ercan'la bayram ediyoruz. Yolu güzelleştiriyor.. Ayhan kendi reklam şirketini kurdu. Ondan çoktan haber alamıyorum. Ömer HSBC Bankasına geçmiş.. Davetin altında Ömer Kayalıoğlu imzasını görünce "Tamam" dedim Yasemin'e.. Yıllardır ne davetleri geri çevirdiğimi, hiçbirine "Evet" demediğimi bilen Yasemin şaşırdı.. "Ömerse gidilir.. Çünkü Ömer bu işleri iyi bilir. Program harika olacak" dedim.. Öyle oldu gerçekten..
Londra'ya bir seyahat acentesi ile gitsek bu kadar güzel olmazdı.. HSBC Bankası'nının ünlü City's'deki Genel Müdürlük binasında iki saat, hepsi o.. Gerisi, Londra'da müthiş bir keyif, eğlence, kültür turu.. Gerçek PR'cılık bu işte..
Bu turun ilk ayağı da Sanderson Oteli.. Ömer ki bu işleri çok iyi bilir, özel seçmiş ki görelim.. Klasik İngiliz otellerinin tam tersi bir modern tasarım Sanderson. Yani insan kalmasa bile gidip görmeli, öylesi..
150 odası, 6 suiti olan bir butik otel..
Odanın kapısından girdim, tüller, tüller.. Önümde tüllerden yapılmış, tünel gibi bir koridor uzanıyor, daracık, uzun, karşıdaki pencereye kadar. Sanırsınız içerde bir gelin var ve onun dev duvağı uçuşuyor etrafta.. Birkaç dakika sonra anladım ki, bu tüller ve perdeler, odanın ayrımları.. Pencere önünde iki yana aralık kalmış tüller.. Sağa dönerseniz yatak odası oluyor, sola dönerseniz, müştemilat.. Banyo, tuvalet, falan filan.. Ian Schrager ve Philippe Starck adlı dünyaca ünlü tasarım çifti yapmışlar.
Yani şöyle.. Dümdüz, kare şeklinde bir oda maketi yapın.. Elinize bir yatak maketi alın, o odanın içine fırlatın.. Sonra masalar, sonra bir banyo küveti, Fransız usulü, gömme değil.. Sonra klozet.. Sonra duş kabini.. Sonra lavabo.. Onları da fırlatın, düştükleri yerde kalsınlar.. Aralarını tülle bölün.. Su sıçratacak gibi olanın etrafını da camla çevirin ki etraf ıslanmasın. İşte iç tasarım bu.. Bakın bu yaşa geldim, ev, otel, yatılı okul, asker koğuşu, akla gelecek her yerde yattım. Yattığım yatağın en azından bir tarafı duvara dayalıydı.. İlk defa, ama ilk defa, odanın ortasında duran, dört tarafında dolaşabildiğim bir yatakta uyudum. Hiçbir duvara da paralel değil, çapraz duruyor üstelik, öylesine atılmış gibi dedim ya..
Peki gömlekleri, ceketleri ve pantolonları asacağım dolabı niye bulamadım?.. Yok da ondan.. Dört tarafı tülle çevrilmiş bir yer var, tepesinde bir sırık uzanıyor. Oymuş dolap meğerse.. Tül dolap..
Otelin barı, Londra'nın en "İn" yerlerinden biri olmalı.. Gece on birden sonra Ömer'le oturduk.. Dünyanın sonu.. Saat 11.00'de Mehmet Yılmaz yatmaya gitti. Bar kuşu, dörtten evvel uyumaz. İçkiye bayılır.
Hıncal "Saat on, yatağa kon" takımından.. Ağzına içki koymaz.. O uyudu, ben uyanık, barda.. Kıyamet alameti bu değilse nedir?.. Ve sanırsınız ki, otelde düğün falan var. Kapıda sıra sıra arabalar.. İnsanlar yığınlar halinde inip bara geliyorlar.. Barın yanı harika bir kış bahçesi.. Normal bahçenin üzerini camla örtmüşler.. İçine de, elektrikli sobalar koymuşlar.. Hani Erol Kaynar dostum, Sortie'ye yapacaktı, o cennet Boğaz kenarında kış gecesinde yaz için de, engellemişlerdi. Biz güzellikleri engellemeye bayılan milletiz ya.. Kına yakmıştık. O bahçe, şimdi üstelik dört yanı, yan binaların duvarı, manzara falan yok, Londra'da var ve masaları dolu.. Önce "Sigara" sandım.. "Hayır, yasak.. Sigara sadece otel kapısının önünde" dediler. Aynen bizdeki gibi..
Uzun uzun oturduk Ömer'le, gireni çıkanı seyredip.. O kadar keyifliydi..
Bir daha gidersem Sanderson'da kalır mıyım?.. Hayır.. Bir defa görmek gerek, modern tasarım ne, fikir sahibi olmak için.. Ama benim gibi klasik bir müşteri için pratik, kullanışlı değil.. Haa.. Sevgilimle gitsem, o tüller cilveleşmek için hoş olurdu belki.. Ya da yazın gitsem teras gibi şezlonglu balkonunda uzanmanın keyfini çıkarırdım hani..
Fiyatları 215 İngiliz Lirasından başlıyor.. 2500 İngilize kadar çıkıyor.. Bir de ben vakit bulup gidemedim. Spası dillere destan, Londra'da..