Hayvanseverleri çok severim desem onlara hakaret olur mu? Vallahi öyle bir niyetim yok. Tersine, rikkatlerine gerçekten muhabbetim var. Ancak bir gerçeği göz ardı edemeyiz: Bilimsel açıdan, biyolojik anlamda, insan da hayvandır.
Yani hayvanseverliğin insan sevgisini dışlamaması gerekir. Oysa türümüz mensuplarıyla başka canlılar arasında çıkan çatışmalarda iyi hakemlik yapılmadığı, insanlara haksızlık edildiği oluyor.
Bizden biri kalkıp Afrika içlerine gider de fil vurursa saldırganlıktır bu, amenna. Peki, son günlerde yaşanan birçok örnekte görüldüğü gibi tersi olursa, ortamımıza tecavüz edilirse, yine hayvanat "haklı" mı görülmeli?
Azgın bir filin peşine düşen sürüler Hint köylerine dalıp insanları ezdiler. Plajın sığ suyunda yüzen turisti köpekbalığı yedi. Balkona tırmanan boa yılanı ev sahibesini kovaladı. Büyükannesinin kucağında uyuklayan çocuğu pitbul kaptı; bıçaklanmasaydı parçalayacaktı.
Yine de o fillere, o köpekbalığına, o yılana, o pitbula şefkat gösterilmeli de, saldırılarına karşı önlem alınmamalı mı?
Önceki gün Artvinli bir vatandaşımız bahçesinde ayı saldırısına uğradı, köpek yardımıyla canını zor kurtardı, ama haşat oldu. Anadolu'nun birçok yerinde benzeri olaylar sıkça yaşanmakta.
Vahşi hayvanların yasalarla korunduğu başka ülkelerde öyle durumlarla karşılaşılınca vatandaşların can güvenliği öne alınarak insan katili yırtıcı birey itlaf edilir. Bizde "mevzuat" buna izin vermiyor. Artvinli ayızede yurttaş hastane yatağında inlemekte:
"Ben ayıdan korunmuyorum da, ayı benden korunuyor."
Bizim pür merhamet toplumumuzda romantik hoşgörü aşımı zooloji kapsamında kalsa neyse ne. Maalesef aynı ölçüsüzlük çok daha önemli konularda da görülüyor.
***
Kürt sorununun çözümü konusunda birbirine dolanan yanlış ve doğru tezler berbat bir akıl karışıklığı yaratmakta. Bir yerlerde boyuna tekrarlanıyor:
"Dağlardaki terör saldırıları güç kullanarak durdurulamaz. Yıllardır denedik, olmadı."
Yanlış iddia. Üstünlük sizdeyse, saldırı durdurma sorununu güçle çözebilirsiniz bal gibi. Gücünüzü doğru kullanmak şartıyla!
Bahçenizi ayı saldırısında korumaya çalışırken tüfeğiniz tutukluk yaparsa, bundan ne sonuç çıkarırsınız?
"Ayıya karşı silahın etkisi yok" demezsiniz herhalde. Tüfeğinizi onarır, tutukluğu giderirsiniz.
Anlaşılıyor ki yıllardır terörü durdurmak için güvenmekte olduğumuz kolluk güçlerinin kimi kesimlerinde arıza, hatta sabotaj varmış. Şimdi giderilmesine çalışılıyor tutukluğun.
Bakın,
"İkinci Dağlıca baskını" önlendi. Demek olasıymış. Birincisinin niçin önlenmediğinin iyice aydınlatılması yaşamsal ölçüde önemli.
Bir başka tez:
"Kürt sorunu yalnız güç kullanarak önlenemez. Politika, ekonomi, eğitim ve kültür alanlarında da demokrasi yönünde adımlar atılmalı."
Bu doğru.
"Ya biri ya öteki" diye seçim yapmak zorunda olduğumuzu düşünme yanlışına düşmemek şartıyla.
Yürürken sakız çiğneyemediği söylenen kişiler kadar
"iki işi birden yapma özürlü" müdür toplumumuz? Anlamsızca insana kıyma canavarlığını silahla önlerken Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının haklı isteklerini yerine getirme çabalarını sürdüremez mi?
Bunu ancak özgüven sahibi bir toplum başarabilir. O koşul oluşmakta. İkinci şart da ne istediğini bilen ve yapabilen kişiler tarafından yönetilmektir.
Başka bakımlardan hakkında ne düşünürseniz düşünün, Recep Tayyip Erdoğan öyle bir bilincin, azmin ve gücün temsilcisi durumuna geldi. Bu bir fırsattır.
Kullanılmalı. Gücün toparlanmasıyla PKK etkisiz kılınırken demokrasiyi sağlama bağlayacak yeni anayasaya bir an önce kavuşmalıyız.
Demir tavında. Dövelim.