15 yıl öncesini hatırlıyorum, Anadolu Kaplanları diye yollara düşüp, üretimden finansman modeline dek çok farklı yaklaşımların filizlendiği başarı öykülerini gazete sayfalarına taşıyorduk.
Misal "karşılıklı güven" üzerine kurulmuş ortaklıkların sermaye birikimi sağlamadaki başarısı Harvard'da "örnek vaka" olurken, "medyanı bilinçlendir hanım" toplantılarında bunun bir anlamı yoktu.
Tıpkı Fransız Devrimi'nde yaka paça giyotine sürüklenen Antoine Lavoisier'nin "durun ben bir bilim insanıyım" feryadına verilen cevap gibi "devrimlerin bilimcilere ihtiyacı yoktur."
28 Şubatçıların da Anadolu'daki uyanışa, ekonomik devrimlere ihtiyacı yoktu.
O dönemde irticayı "getirdi, getirecek" korkusu öylesine sık ve yoğun işleniyordu ki, 28 Şubatçılar tarafından onaylanmamış "kek" dahi "yersek zehirleneceğiz" algısına hizmet ediyordu.
Zamanın SPK'sı, "irtica yuvası(!)" şirketleri basıyor, onlara en ağır cezalar verilip birlikleri dirlikleri dağıtılıyordu. İktisat Fakültesi'ni Avcılar'a postalamak isteyen rektöre direndiğim için o ve onun cevval işbirlikçilerinin şahsıma verdiği zararı hatırlıyorum. Kendilerince "onaylanmamış" firmalara verdikleri yüz milyarlarca dolarlık "yıkım" yanında damla bile değildi.
Post-modern darbenin genelde siyasi faturasını irdeleme alışkanlığımız, bu işin ekonomik maliyetini fazla dikkate almaz. Ancak eminim ki birkaç akademisyen, yakın geçmişle yüzleşme adına, verilere dayalı, 28 Şubatçıların tercihlerinin ülkeye verdiği zararı çalışacaktır.
İzleyen yıllarda tüketiciyi ideolojik olarak ayrıştıran darbecilerin, yalnızca KOBİ'lere değil, aynı zamanda "kendilerinden saydığı" ve "anti irtica" onaylı büyük şirketlere yaptıkları da henüz üzerinde konuşulmamış konular...
Ekonomik irtica, iddia ettikleri gibi asla gelmedi. Aksine, itip kakılan Anadolu Kaplanları, 2001 krizinden çıkışta en büyük itici gücümüz oldu.
Ancak olan "akredite edilmeyerek" batırılan binlerce şirkete ve işsiz bıraktırılmış yüz binlerce çalışana ve altın yıllarını kaybeden Türkiye'ye oldu.