Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

1908 geleneğinin sonu

İtiraf edelim: üstünden bu kadar zaman geçince, yargılama bu kadar uzun sürünce, onlarca yargı hatası yapılınca, hükümler böyle ağır olunca, mahkûmların yaşları ve başları işin içine girince en şedit biçimde savunanların dahi Balyoz davası sonucunu aynı hırsla savunacak halleri kalmadı. Başbakan Erdoğan'ın "daha son nokta konmadı" sözünü de ben böyle yorumluyorum.
Zaten siyasal davaları bir futbol fanatizmi içinde savunmanın hiçbir anlamı yoktur. Her siyasal dava karmaşıktır, her siyasal davada müşkülatlar mevcuttur.
Gene gelin itiraf edelim: bu uzun ve çok çileli dönemin sonunda Balyoz yoktur, Ergenekon yoktur diyenler de geriye çekildi.
Hakikat yargı kararlarında tecelli ettiği gibi midir, değil midir tartışmasına daha fazla girmenin âlemi yok. Neticede ortada bir yargı ve bir yüksek yargı kararı var. Ama hepsinden önemlisi kamuoyu vicdanında teşekkül eden netice, hatta hissiyattır. Ordu ve komutanlar "bir şey yapmak" istedi ve yapamadılar.

***

O "şey" belli bir siyaset anlayışıydı. Belli bir "sahiplenme" duygusundan kaynaklanıyordu.
Ordu ve komutanlar devletin sahibi biziz, ideolojisini biz tayin ederiz diyorlardı.
Bunu sağlamak için de daha önceki dönemlerde olduğu gibi mevcut iktidarı yerinden indirecek bazı tasarımlar ve girişimlerde bulunmuşlardı. (Girişim derken 28 Şubat'ı kastediyorum.) Bütün bunlar bir gelenekti. Ordu "şartlar müsait olunca" darbe yapabilirdi (!) 1908'de başlamış bir gelenekti bu.
Yapılmadı mı?
Türkiye'nin 1960 sonrasındaki tarihi, bugüne kadar, darbeler tarihidir.
Ordu-iktidar zıtlaşmasının tarihidir. Ordunun toplumu siyasete kapatma çabasının tarihidir. Ve bütün bunların Türkiye'ye neler kaybettirdiği açıktır.
Çok yazdım, bir daha yazayım: demokrasi bir lüks değildir. Demokrasi sübjektif bir tercih de değildir. Demokrasi, bir toplum kalkınmak, büyümek istiyorsa onun zaruri şartıdır.
Diktatoryalarla toplumların gelişeceğine dair düşünce 1930'larda kaldı. Zaten eskimiş bir görüştü, büsbütün eskidi, eridi, bitti.
İşte o darbeler Türkiye'nin ayağına pranga vurdu.
Sadece orduyu suçlamak yetmez. Türkiye'deki siyaset sınıfının da orduyla ve bu anlayışla yakın bir ilişkisinin, bağının olduğu kesindir.
Orduyla ve onun siyaseti dışlayan ideolojisiyle Türkiye'de yönetim kademesinde bulunan siyasetçilerin kurduğu ilişkileri yok mu sayalım, görmezden mi gelelim? Bazı siyasal partilerin doğrudan doğruya orduyla bütünleşerek sürdürdükleri siyasete gözlerimizi mi kapayalım?
Balyoz davası, Ergenekon, 28 Şubat davaları, bütün eksiğine, gediğine, hatasına rağmen bu anlayışın dönüm noktasıdır.
Türkiye'de insanlar fikirlerini açık söylemezler.
Biz mahcup ve suskun bir milletiz. Terbiyemiz öyledir. O nedenle bu davaların, asla affedilemeyecek ve yok sayılamayacak hatalarını öne sürerek onların düzeltilmesini istemek başkadır, onları vesile hatta bahane ederek arkalarında yatan fiilin üstünü örtmek başkadır.
İkinci tercihin öne çıktığı besbelli. Nedeni de açık:
Türkiye'deki siyasal kültürün etkilediği bilinçler.
Gene bu davalarda dikkatimi çeken başka bir şey var: bu kararı yargı oluşturdu.
Yargı eleştirilmez değildir.
Türkiye'de de yargıya dönük şiddetli bir eleştiri hâkim. Mutlaka doğruları vardır bu değerlendirmelerin ve çok önemlidir. Ama yargı teslim alındı bu netice doğdu demek son derecede ucuz bir yöntemdir ve şu yukarıda andığım gerçeği toptancı bir mantıkla inkâr etmektir. Yargı kendi nesnel değerlendirmesiyle bu sonuca ulaşmışsa bunu önemsemek gerekir. Çünkü o arkaik, darbeci modelin en önemli dayanaklarından biri yargıydı.
Şimdi yargı bu kararı üretiyorsa buradaki değişimi görmek ve üstünde düşünmek şarttır.
Demokrasi askerler için de iyi bir şeydir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA