Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

'Boşgösteren' siyasetin şiddeti

Bugün salı. Sabah 11 sularından beri "Türk medyası" eli ayağı durmuş, gözü kulağı ekrana kilitlenmiş bir biçimde "Meclis'te grubu bulunan siyasi parti genel başkanlarının grup toplantılarında" yaptığı konuşmaları izliyor. Gerek televizyonlar gerekse gazeteler yarın bu konuşmaları "yüklendi", "bastırdı" gibi tanımlamalar kullanarak verecek. Zaten öğleden sonra geç bir vakte kadar bu konuşmalar "canlı olarak" yayınlanıyor. Bütün kanallardan. Toplum olarak siyaset yiyip içiyor, siyasetle yatıp kalkıyoruz.
Acaba öyle mi? Acaba bu "model" gerçekten siyaset üretimine bir yarar sağlıyor mu? Haydi, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir uygulamanın olmadığını bir an için unutalım ve haydi bu modelin şu değindiğim "siyaset üretimi"ne katkısı olduğunu varsayalım. Ama soralım: gerçekten öyle mi?
Tek kelimeyle, hayır değil!
İnsanların ve metinlerin içeriklerini inceleyen bir bilim var: göstergebilim (semiyoloji). Onun verileriyle baktığımız zaman bazı konuşmaların ve metinlerin çok şey söylüyor gibi görünse de hiçbir şey anlatmadığını, söylemediğini, hiçbir şeyi göstermediğini anlıyoruz ve bu tür işaretlere, nesnelere boşgösteren diyoruz.
Büyük bir çoğunluğu itibariyle Türkiye'deki siyasal söylem bu türden bir boşgösterendir. Hepsi değil ama büyük çoğunluğuyla öyle! Çok önemli saydığım bu özelliğin üstünde durmak gerek. Nedenlerini irdelemek gerek.
Şöyle biraz kafa yorunca insan öncelikle siyasetin Türkiye'de ifade ettiği anlama gelip çarpıyor. Siyaset, Türkiye'de bugün dahi geniş ölçüde sınıfsal değil. Özünde öyle, Türkiye'deki siyasetin sınıfsal duyarlılığının yüksek olduğunu çok yazdım. Ama bugün için henüz o noktada değiliz. Merkez siyasetlerin önemli bir bölümü siyaseti sınıfsal çıkarlar etrafında düğümlenmekten korumak için gayret ediyor. Sosyal demokrat olduğunu söyleyen bir parti bile sınıf siyaseti yapmıyorsa gerisi nasıl olacak?
O zaman geriye siyasetin çok genel ve içi boş kavramlar etrafında yapılması kalıyor. Siyaset bu toplumda yapılan ama kötü yapılan bir mesleğe dönüşüyor. Öyle olmasa bir partinin başında 35 yıldır siyasette bulunan ve hiçbir şey yapmamış bir insan kalabilir miydi? Böyle bir yetersizlik içinde siyaset iş ve laf yapanlar arasında bölünüyor. İş yapanları aşacak bir siyasal üretim söz konusu olmayınca geriye gerilim siyaseti kalıyor. Sözcüklerin, boş söylevlerin (söylem değil!) gücünden medet uman bir siyasal söylem (söylev değil!)
"İdeolojiler öldü" şeklinde propagandası yapılan neo-liberal ekonomik yapının kendisini baştan sonra her şeye hâkim kılma serüveni böyle bir dokunun iyice katılaşmasına, kalınlaşmasına yol açtı. Bizde. Zaten az çok bu minval üzere giden bir yapı bunun sonucunda büsbütün donuklaştı. Şimdi siyaset sadece ideoloji dışı söz söylemekle bütünleşmiş durumda. Özellikle iktidar dışı odaklarda.
Son dönem bu sorunlu tabloya tehlikeli bir boyut ekledi: şiddet.
Bugünkü siyasal söylem bütünüyle açık veya örtülü şiddete dayanmış durumda. Son on yılın Türkiye'ye medyalar aracılığıyla öğrettiği ve insanların en temel alışkanlığı ve uyuşturucusu olan şiddet şimdi siyasete de bulaşmış durumda. Siyasetçiler sanki varlık nedenlerini ve işlevlerini gösterdikleri şiddetin oranıyla ölçüyor.
Öyle! Kaldı ki, son 20 yıl Türkiye'nin aynı zamanda meşrulaştırılmış şiddetle en çok içli dışlı olduğu bir dönemdir. Sadece Kürt sorunu ve o "ölü ele geçirildi" lafları, başörtülü insanlara karşı gösterilen tepki, darbe girişimleri bile şiddetin siyasetle ne kadar içli dışlı olduğunu göstermeye yeter de artar.
Galiba bizde siyasetin toplumu ve olguları en yakından takip ettiği bir tek konu var, o da bu: şiddet! Boşgösterenin dolu olduğu tek ve en ürkütücü yan!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA