Neşe Düzel'in Profesör Ergun Özbudun'la yaptığı röportaj (Radikal, 6.8.2007) son günlerde yaşanan ' Atatürkçülük anayasadan çıkarılmalı mı?' sorusunu yeterli bir berraklıkla cevaplıyor. Ben de bu yazıda bu konuda birkaç şey söylemek istiyorum.
Halkın Atatürk'ü devletin Atatürk'ü
Türkiye'nin en değerli anayasa hukuçularından (ben siyaset bilimcilerinden demek de isterim) Prof. Özbudun bu konudaki ilişkiyi Atatürk ve ideali ile Atatürkçülük üstünden yanıtlıyor. Çağdaşlaşma bağlamındaki bir Atatürk idealinin anayasada yerinin olduğunu fakat ideolojik Atatürkçülüğün ve onun somutlaşması olan Altı Okun anayasada yer alamayacağını, bırakın öteki mülahazaları bir yana, anayasa-hukuk tekniği açısından belirtiyor.
Bu aynen böyledir. Fakat Atatürkçülük demek olan Altı Okun eleştirisine karşı belli bir hassasiyet, daha doğrusu alerji olduğu da su götürmez. Bunun ana nedeni Altı Okla biçimlenmiş, somutlaşmış doktrinin Türkiye'de devletin resmi görüşü olmasıdır.
Burada hemen çok önemli bir ayrım yapalım: halkın Atatürk'ü devletin Atatürk'ü.
Halkın Atatürk'le en küçük bir sorunu yoktur. Sosyolog Prof. Nur Vergin'in yıllar önce belirttiği gibi, Atatürk halkın bir kültüreltoplumsal değeridir ve onun rencide edilmesinden rahatsızlık duyulmaktadır. Devletin Atatürk'ü ise çok farklı bir varlıktır. Devletin, halkı 'tedip' etmek için kullandığı ideolojik bir araçtır. Şimdi bunun nasıl ortaya çıktığını ele alalım.
Kemalizmler
Söz konusu resmi görüşün iki önemli merhalesi var. Bunların ilki malum 1931-1937 ilişkisidir . Altı Ok 1931'de tanımlanmış, 1937'de Avrupa'nın doktrinerdiktatoryal yönetimlerle iç içe geçtiği bir dönemde
Tek Parti-Tek Şef anlayışı içinde anayasaya intikal ettirilerek resmileştirilmiştir. Bu oluşumun faşizan bir tonlama taşımadığını kimse öne süremez. Atatürkçü çevrelerin getirdiği açıklamalar bu gerçeği ortadan kaldıramaz. Çünkü, devlet-parti-şef özdeşliği faşizmin özü demek olan korporatist yapının ta kendisidir. Altı Okla başlayan süreç CHP tarihinde bu dönemeçi işaret eder. Valilerin bulundukları illerde CHP'nin il başkanı, yöneticisi olması da gene bu tarihlerde ortaya çıkmıştır.
Kemalizmin ikinci merhalesi bana göre üç dönemde oluşturulmuştur.
1. Yön dergisiyle 1960'larda başlayan hamle. Bu, ordu-ideoloji bütünlüğünü kuran, kendisini sol telakki eden Avcıoğlu kuşağının savunduğu militarist Kemalizmdir. Son savunucusu İlhan Selçuk' tur. Ama bazı detay farklarıyla Attila İlhan'dan Emre Kongar'a kadar savunucusu vardır.
2. 1980 sonrasında başlatılan hamle. Asr-ı saadet mantığıyla ortaya çıkarılmış, 12 Eylül darbecilerinin yönetimlerini meşrulaştırmak için hazırlanmış bir restorasyon projesidir bu Kemalizm. Bütünüyle 1930'lara dönüş özlemidir. Aynı şekilde şefi (cumhurbaşkanını) yetkilendirir, devlet-ideoloji bütünleşmesini anayasal olarak kurar. Devleti ise kutsallaştırır.
3. 1995 sonrasında başlatılan son hamle. Bu dönemde daha öncekilerden farklı olarak Kemalizm kitleselleştirilmiş, politik-sembolik bir anlama kavuşturulmuştur. Fakat doğal olarak da ne olduğu anlaşılmaz, bilinmez, fark edilmez bir hale gelmiştir. 1930'ların ideası bu dönemde bütünüyle laiklik temeline oturmuş, bir biçimsel anlayışla özdeşleştirilmiştir. Fakat kritik olanı bu çıkışın ordu tarafından hararetle desteklenmesi ve daha da önemlisi politize edilmesidir.
Devletin Kemalizm(ler)i bunlardır. Bugün karşımızda duran dördüncü Kemalizmdir. Böyle bir anlayışın toplumsal mutabakat metni olan anayasada yer almasını açıklayacak bir gerekçeyi ben bilmiyorum. Özünde korporatist olan bir ideolojinin Altı Ok üstünden anayasaya taşınması tabii ki anlamsızdır. Fakat Kemalizmçağdaşlaşma ideali bir tarihsellik atfıyla anayasada zikredilebilir. Bu doğaldır; bütün anayasalarda ' kurucu büyükler' ve kurucu dönem atıfları vardır. Kaldı ki, yukarıda yaptığım halkın Atatürk'ü-devletin Atatürk'ü
ayrımı muvacehesinde bakarsak halkın Atatürk'ten anladığı ve onu benimseme nedeni de böyle şekillenmektedir.
Ötesi ideolojinin ötesinde doktriner bir yaklaşımdır. Bu konuya perşembe günü kendi yaşadıklarım etrafında devam edeceğim.