12 Haziran 1960 tarihli Milliyet gazetesinden bir köşe yazısı: "Daktilonun başına oturdum. Tam yazıya başlarken sokaktan incecik seslerle dolu bir şarkı yükseldi: 'Kızım seni Bayar'a vereyim mi?/ İstemem babacığım istemem / Onun adı Bayar, milleti soyar / İstemem babacığım istemem...' Penceremden uzandım; birkaç çocuk neşeyle şarkıya devam ediyordu: 'Onun adı Bayar, milleti soyar...' Ve birden hatırıma sâkıt cumhurbaşkanının milyonları geldi. Tam 103 milyonu varmış Bayar'ın..."
Darbelerle yüzleşmede adım adım gerilere doğru gidiyoruz. Sıranın 27 Mayıs'a geleceğini umut ediyorum. Kimseyi yargılamak için değil. Yüzleşmek maksadıyla. Bugün, Silivri'de ya da Hasdal'da bulunan askerler, aslında seleflerinin kurbanı. Komutanlarının gittiği yoldan devam ettiler. Hem kendilerini yaktılar, hem de memleketi. Her askeri darbe, beraberinde on binlerce acı getirdi.
Radikal gazetesi, 30 yıl öncesine ait bir fotoğraf yayınladı. Köşk'te, önde Cumhurbaşkanı Kenan Evren, arka planda, o tarihte genç bir subay olan Çevik Bir. Biri, bugün, 12 Eylül'den dolayı hesap veriyor, diğeri 28 Şubat'tan. Çevik Bir'in rol modeli Evren'di. Evren'in rol modeli Faruk Gürler; Gürler'inki Cevdet Sunay, Cemal Gürsel. Hepsi, Genelkurmay'dan sonra, hakları olmadığı halde cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Aralarında sadece Gürler bunu başaramadı. Ama teşebbüs etti. Yavaş yavaş vesayet geleneğine veda ediyoruz. Bedelini de, selefleri gibi cumhuriyeti koruyup kolladıklarını zanneden son dönemin subayları ödüyor; ve de onlarla işbirliği yapanlar.