Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Ötekinin ötekisi olmazsa öteki de olmaz

Hegelyen bir kavram olan ve daha sonra Lacan benzeri psikoanalistler tarafından günümüzdeki anlamıyla yeniden tanımlanan "Öteki" ve "Ötekileştirme" kavramları, bunların gerçekte güç hiyerarşisi yaratma amacına yönelik farklılaştırma araçları olduklarının Edward Said tarafından vurgulanması sonrasında popülerlik kazanmışlardır.
Bu açıdan değerlendirildiğinde toplumumuzun ilginç özelliklerinden birisi de "Ötekileştirilen"lerin biraraya geldiklerinde toplumun çoğunluğunu oluşturmalarıdır. Buna karşın, farklı nedenlerle "Öteki" haline getirilen toplulukların her biri aynı işlemi diğer kategoriler üzerinde gerçekleştirerek kendi "öteki"lerini ürettiği için, belki de farkında olmadan, bir "ötekiler" hiyerarşisi yaratmaktadır. İlginçtir ki, bu sıralama içindeki topluluklar hiyerarşinin varlığından şikâyetten ziyade onun en tepesinde oturanlarla yapılacak pazarlıklar çerçevesinde diğer "ötekiler"e göre daha avantajlı bir duruma kavuşma çabası içine girmektedirler.
Hiç şüphesiz toplumumuzda varlığına işaret ettiğimiz bu "ötekiler" hiyerarşisinin tarihî temelleri vardır. Ahmed Cevdet Paşa Islahat Fermanı'nın 1856'da ısdarı sonrasında pek çok Rumun herkesin eşitlenmesini hedefleyen bu gelişmeden memnun olmadığını ve "Devlet bizi Yahudilerle beraber etti. Biz İslâm'ın tefevvukuna (üstünlüğüne) râzı idik" dediklerini nakletmektedir. Benzer şekilde herkesin kâğıt üzerinde eşitlendiği bu tarihten sonra da değişik Osmanlı cemaat ve etnik grupları, söz konusu müsâvâtın gerçek hayatta uygulanmasının temini, herkesi birleştiren ortak paydaların tahkimine yönelik çabalar yerine kendilerini hiyerarşide diğer "ötekiler"in önüne geçirme gayretlerine hız vermişlerdir.
1870'de Bulgar entelektüelleri, Sultan'a aynı zamanda Bulgar Çarı olarak taç giyerek imparatorluğu Avusturya-Macaristan benzeri bir yapıya dönüştürmesi teklifinde bulunmuşlardı (Saray bahçesine atıldığı ileri sürülen bu arizanın Osmanlı yetkililerinin eline ulaştığı şüphelidir). 1908'de Athanasios Souliotis-Nikolaidisliderliğinde kurulan Organosis Konstantinoupoleos ise Türk- Yunan ortaklığıyla gerçekleştirilecek yeni Bizans devleti tasavvurunu Osmanlı Rumları arasında yaymaya gayret etmişti. Harb -i Umumî öncesinde sıranın kendilerinde olduğunu düşünen Araplar da İttihad ve Terakki Cemiyeti liderlerine benzer bir teklifle yaklaşmışlardı. İlginçtir ki, 1870'de Bulgarlar Rumların, 1908'de Rumlar Slavların, 1913'de ise Araplar Türkler dışındaki anâsırın önüne geçmeyi temel hedefleri olarak görüyorlar, bunu Osmanlı vatandaşlığı benzeri ortak paydalarda eşitlenmekten daha anlamlı buluyorlardı. Yerel düzeydeki misâllere bakıldığında da aynı durum gözlenebilir. Meselâ Cebel-i Lübnan'da, merkez tarafından her ikisi de "Öteki" olarak görülen Marunîler ve Dürzîler, "daha iyi Öteki" olma savıyla Osmanlı'nın bölgede, siyaset yapım ortağı olarak, kendilerini tercih etmesini arzuluyorlardı.
Osmanlı'nın önce dinî, imparatorluğun son yıllarında ise etnik temelde "ötekileştirdiği" toplulukların hiyerarşide yükselme çabaları dağılmaya kadar sürdü. Erken Cumhuriyet'in millet tasavvuru ise iddia edildiği gibi "imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kütle" yaratmak bir yana, toplumun çoğunluğunu yeni değerler çerçevesinde "ötekileştirdi." Artık toplumun ekseriyeti "Öteki" haline gelmişti. Bu gelişmenin temel nedeni ise Osmanlı tasavvurlarıyla karşılaştırıldıklarında, Cumhuriyet tasavvurlarının gerçek hayatla olan ilişkilerinin oldukça zayıf olması ve bunun neticesi olarak radikal karakter taşımalarıydı.
Sünni Müslümanlık ve imparatorluğun son yıllarında Türklük gibi oldukça geniş tabakalar üzerinden yapılan Osmanlı "ötekileştirmesi" ile karşılaştırıldığında, Cumhuriyet ötekileştiriciliği çok daha dar ve dışlayıcı bir ideolojinin içselleştirilmesi bağlamında gerçekleştiriliyordu. Bunun tabiî sonucu olarak da sadece farklı mezhep mensupları değil, dindarlıklarını bireysel düzeyde tutamadıkları takdirde Sünniler de "Öteki" haline geliyorlar, benzer şekilde sadece Türkler dışındaki etnik gruplar değil, milliyetçiliği farklı yorumlayan Türkler, rejimin muzır nitelendirdiği fikirleri savunanlar, sosyalistler, liberaller kolaylıkla ötekileştiriliyorlardı.
Her türlü farklılığın "ötekileştirme" nedeni sayıldığı bir toplumun değil "kaynaşmış bir kütle" oluşturmak, beraberce yaşayabilmesi dahi imkânsızdır. Böylesi bir yöntem izlendiğinde, toplum çoğunluğunun "Öteki" olması nedeniyle her türlü farklılık bir "sorun" haline gelmektedir. Bireylerin kimlikleri, inançları ve düşünceleri nedeniyle "sorun," hattâ "tehdit" kategorilerinde "ötekileştirilmeleri," ilginçtir ki, sadece merkezî düzeyde yapılmamaktadır. Bu tür ötekileştirmenin yanı sıra "ötekileştirilen"ler de, farklılıkları reddetmeyen, onları içselleştiren, ortak paydalarda buluşturan bir yapı talep etmek yerine, tıpkı "devletin kendilerini Yahudilerle aynı düzeye getirdiğinden" yakınan Osmanlı Rumları gibi kendilerinin "en fazla müsaadeye mazhar Öteki" olacakları bir düzenin özlemini çekmektedirler.
Dolayısıyla, zannedildiğinin tersine, "ötekileştirilme" ve değişik toplumsal tabakaların bu yolla "sorunlaştırılması" merkezdeki köklü zihniyet değişimiyle sona ermeyecektir. Bunun gerçekleşebilmesi için "ötekileştirilen"lerin de farklılıkların "ötekileştirme" nedeni olarak görülmediği, kimlik, inanç ya da düşüncenin belirli bir hiyerarşik karşılığı olmadığı bir yapıyı hedeflemeleri gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle ötekinin varlığı onun da kendi "ötekisi"ni yaratmasıyla mümkün olabilmektedir. Bu yapılmadığında, bu temel üzerine şekillenen hiyerarşik düzen kumdan kuleler gibi dağılacaktır.
Tarihî temellere dayanan ve fazlasıyla içselleştirilerek inanç haline dönüşen "ötekileştirmeler"den vazgeçilmesi kolay olmamaktadır. Ancak, her topluluk kendinden "daha Öteki," bu nedenle de daha fazla dışlanan ve cezalanan toplulukların varlığıyla teselli bulmak, "en fazla müsaadeye mazhar Öteki" yarışında öne geçmeye çalışmak yerine, farklılıkların olağan görüldüğü, "sorun" olarak tanımlanmadığı bir yapıyı temel tercihi haline getirdiğinde bunların zannedildiğinden daha kolay değişebileceği de görülecektir. Bunu yapmanın en kolay yolu ise "ötekileştirilen" ile pazarlık yapmanın, onunla başkalarının dışlanacakları bir ortaklık kurmanın ötesine geçen, kimsenin Öteki olmadığı bir yapıyı tasavvur edebilmektir.
Yazımızın başlığında da ifade etmeye gayret ettiğimiz gibi ötekinin öteki yaratmadığı bir yapıda "Öteki" de olmayacaktır. Bunu gerçekten arzulayan herkesin iğneyi kendine batırmasında yarar vardır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA