Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Birleşik Krallık gezisinde AB süreci ve Güney Kıbrıs'ın başkanlığı konusunda yaptığı sert konuşmayla bir anda gündemin değişmesine neden oldu. Türkiye'nin dış siyasette gündem değiştirecek adımlar atmasına alışık olmayan AB çevreleri, bu konuşmaya henüz bir tepki vermedi.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB'ye üye yapılmasının ciddi bir sorun çıkaracağı baştan belliydi.
Ancak bunun Türkiye'nin önünü kesecek ve üyelik müzakerelerini tümüyle darboğaza sokacak bir seviyeye geleceğini muhtemelen pek kimse tahmin etmemişti. Esasında Güney Kıbrıs, tek başına kalsaydı Türkiye'nin müzakere sürecini baltalamakta çok zorlanırdı. Ne var ki, Fransa'nın açık, Almanya'nın da örtülü desteği ile bu süreç, bugün siyasi anlamda durma noktasına geldi.
Öngörülemeyen bir diğer gelişme, Euro kullanan kimi ekonomilerin, büyük ölçüde yolsuzluk ve kötü yönetim yüzünden iflas noktasına gelmeleriydi. Bu gelişme de yaşandı ve AB, bugün kısa vadede piyasaları rahatlatacak, uzun vadede ise Euro'nun sorunsuz işleyişini sağlayacak acil bir çözüm arıyor. Bu çözüm henüz ufukta gözükmüyor. Fransa ile Almanya'nın AB'nin reform ihtiyacı konusunda görüş birliği var, ancak bu reformun nasıl olacağına dair görüşleri neredeyse taban tabana zıt.
Doğalgaz bulunsa ne olur?
Güney Kıbrıs ekonomisi büyük ölçüde iflas etmiş bulunuyor. Yunanistan, en iyi ihtimalle uzun bir süre kendine gelmeye çalışacak ve Kıbrıs konusunda etkin olamayacak.
Güney Kıbrıs bu açıdan beklentilerini büyük ölçüde deniz dibinden çıkacağına inandığı doğalgaza ve Rusya'nın kara para aklaması karşılığında kendine verdiği desteğe bağlamış bulunuyor.
Bütün bu aranan çözümler ve bulunabilecek çıkış yolları, AB'nin kuruluş ilkeleriyle ve hedefleriyle tamamen çelişen unsurlar olarak ortada duruyor. Doğalgaz bulunsa ve Güney Kıbrıs, bugün var olan sistemiyle zengin olsa, Akdeniz'de ne halledilecek?
Hangi ülke bu zenginlikten ne kadar faydalanabilecek?
Petrol zengini ülkelerin sosyal gelişmesine bakılınca, bir anda açılan para musluklarının, bir toplumun doğal gelişmesini neredeyse dondurduğunu, kişi hak ve özgürlükleri, demokrasi gibi alanların önünü tamamen tıkadığını görüyoruz.
Güney Kıbrıs'ın ihtiyacı olan, gökten ya da denizin dibinden gelecek bedava gelir değil, geçmişiyle ve geleceğiyle yüzleşebilmek...
Bunu yapmadığı sürece Güney Kıbrıs sağlıksız bir toplum olmaya devam edecek, giderek Rusya Federasyonu'nun karanlık işleri için aracı kuruluş haline gelme tehlikesini yaşayacak. Bir AB üyesi ülke için sürdürülebilir olmayan bir gelecekten bahsediyoruz.
Tırmanan bir süreç
Cumhurbaşkanı Gül, bu gelişmelerin iyi analiz edildiği bir noktadan, ilk sert çıkışı yaptı. Bu adımın, garantör devlet Birleşik Krallık gezisinde atılmış olması birçok açıdan manidar. Hem İngiltere sesini yükseltmeyerek bu saptamanın yanında yer aldı, hem ABD ile daima yakın ilişkileri olan iki Avrupa ülkesi, İngiltere ve Türkiye, AB'nin Kıbrıs konusundaki yanlışının diyetini ödeyeceğini bir anlamda kayıt altına aldılar.
Türkiye'nin, yaklaşan toplumlararası görüşmeler dönemecine girerken Güney Kıbrıs'ı ciddi baskı altına almak istediği ortaya çıktı. ABD, bu girişime destek vermese de engel olmayacak, bu da belli oldu. Ne var ki, Türkiye'nin AB ile olan restleşmesi, şu anda bizim açımızdan çok daha avantajlı bir platformda cereyan etse de, bazı ters gelişmeler yaşanabilir. Cumhurbaşkanı'nın mesajı daha sıcaklığını korurken, uluslararası kredi kuruluşu Fitch Türkiye'nin notunda, tamamen temelsiz sebeplerle menfi bir değişiklik yaptı. Önümüzdeki haftalarda da benzer olgular Türkiye'nin karşısına çıkabilir.
Türkiye müzakereyi çok sert bir üslupla açtı. Bu hiç şüphesiz iyi çalışılmış bir müzakere pozisyonu ve benzer demeçler takip edecek. Çok hareketli bir döneme giriyoruz, AB içinde ciddi tartışmalar çıkabilecektir.
Türkiye, darboğazı ciddi bir yüzleşme ile aşmak istiyor.