Dün yazmış olduğum gibi, Amerikan- Türk Konseyi 30. yıl toplantısında, benim payıma son derece hassas bir paneli yönetmek düştü. Panelistler Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Selim Yenel ve Avrupa Birliği'nin ABD Büyükelçisi Joao Vale de Almeida olarak belirlenmişti. Almeida 2009 yılına dek Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso'nun müsteşarlığını üstlenmiş çok deneyimli bir bürokrat. Sanıyorum dinleyiciler son dönemde, Türkiye-AB ilişkileri konusunda yapılan en düzeyli ve en maharetli tartışmayı izlemek fırsatı buldular.
Türkiye, AB müzakereleri konusunda artık atacak adım bulamamaktan ciddi bir sıkıntı içinde... Bunu aşmak için sorunların açıklıkla tartışılacağı bir yüzleşme ortamına doğru gitme ihtimali Büyükelçi Yenel tarafından dile getirildi. Bunun bir krize dönüşme tehlikesi taşıyıp taşımayacağı tartışıldı. Büyükelçi Almeida ise, müzakerelerin olumlu yönlerinin öne çıkarılarak bu sürecin sürdürülebileceğini ileri sürdü.
AB içinde önemli sayıda ülkenin Türkiye'nin bu duruma itilmesinden rahatsızlık duyarak enformel toplantılar düzenlemeleri Büyükelçi Yenel'in görüşlerine hak verir nitelikte... Ciddi biçimde karşılıklı iletişimsizliğe dönüşme tehlikesi taşıyan Türkiye-AB ilişkileri için ATC toplantısında düzenlenen panelin adı "Finansal kriz: Türkiye'nin AB üyeliğinin bir anlamı kaldı mı?" gibi çarpıcı bir cümleden oluşuyordu.
Türkiye, AB'ye ihtiyaç duyuyor mu?
Gerçekten de, müzakerelerin başlama kararının alındığı 2004 yılı Türkiye'si ile 2011 yılında başı Euro krizi ve yönetişim yetersizliği yüzünden AB ülkelerinin düştüğü bunalımı uzaktan seyreden Türkiye arasında çok büyük fark var. Ancak, bu dönemde Türkiye'nin AB'nin yönetişim eksikliklerine ve yolsuzluklara bakarak da karar vermemesi büyük önem taşıyor. Yöntem olarak AB sisteminden esinlenmek ve o müktesebata uyum sağlamak hiç de yanlış ve kötü bir yaklaşım değil.
AB'nin bugün içine düştüğü durum, iki temel nedenden kaynaklanıyor. Birincisi, çok kapsamlı bir genişleme ile on iki yeni ülke alıp, para birliği gibi çok iddialı bir derinleşmeyi de aynı anda sürdürmeyi hedeflemesi, ancak bunu yaparken de AB sisteminin ciddi bir değişikliğe uğramamış olması...
İkinci neden ise, tek para biriminin var olması, ancak ortak bir mali yönetim bulunmamasi hatta bunun otesinde Yunanistan gibi üye ülkelerde yönetişim kontrolünun var olmamasi ve devlet düzeyinde yolsuzluk yapılabiliyor olmasi...
Yeni yapılanmada Türkiye'nin yeri
Bu iki değişik açıdan bakıldığında, AB'nin bugünkü yapısıyla bir noktaya gidemeyeceği açıkça ortaya çıkıyor. AB'nin yeni yapılanmasında Türkiye'nin rolünün ne olacağı ise, ATC panelinde önemli bir tartışmayı ortaya çıkardı. Büyükelçi Selim Yenel, hem panelde hem de Kongre üyelerine verilen yemekte sorulara verdiği cevaplarla yeni Türkiye'nin kendine güvenen, iyi yetişmiş ve başarılı yüzünü yansıttı.
AB büyükelçisi Almeida, konuşmasında ABD'de ne zaman herhangi bir yerde konuşma yapsa, soruların içinde mutlaka Türkiye'nin de bulunduğunu ifade etti. Türkiye ile AB arasındaki tıkanıklığı ABD'nin ne yönetim, ne de kamuoyu düzeyinde anlamadığı ve bundan rahatsızlık duyduğu ortaya çıktı.
Gerek Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Yenel, gerek ABD büyükelçimiz Namık Tan'ın performanslarının çok göz doldurduğu ATC toplantısında Türkiye'nin AB ile bütünleşmesinin, artık bir Türkiye/AB sorunu olmaktan çıktığı da vurgulandı. Bu ilişkinin sağlıklı biçimde yürümesi, her iki taraf kadar bölge ülkelerini de çok ciddi biçimde etkileyecek duruma gelmiş bulunuyor. Dünyanın yeni düzeni içinde ABD, AB ve Türkiye eskisine göre çok daha yakın, çok daha eşitliğe dayalı bir işbirliği içinde olacaklar. Bu bir temenni değil, uluslararası ilişkilerin herkesi götürmekte olduğu nokta...