Yunanistan hepimizin yakından takip ettiği gibi artık yolun sonuna geldi. Tutunacak hiçbir dalı kalmamış olmasına rağmen, Yunan siyasi sınıfının Avrupa Komisyonu, IMF ve Avrupa Merkez Bankası üçlüsüne direnmeleri ve sorumluluk almaktan kaçınmaları inanması güç bir gaflet gösterisi sahneliyor. Ne var ki olup bitenleri başka türlü tanımlamak da mümkün değil.
Papandreu, rakibi Samaras'ı zor duruma düşürmek istedi. Bunu, Samaras Yunanistan açısından bir ölüm kalım meselesi haline gelen borç çevirme sorununu hâlâ iç politikada kullanmak istediği için yaptı. "Referandum" manevrası iç siyasette başarılı oldu, ancak bütün AB ve IMF yetkililerinin yüreklerini ağzına getirdi. Yunanistan'ın, otuz yıllık AB üyeliğine rağmen, hâlâ dış dünyadan ne kadar kopuk yaşayabileceğini zannettiğini açıkça gösterdi. Piyasalar da buna çok olumsuz tepki verdiler. Papademos hükümeti durumu ne kadar düzeltebilecek, yeni erken seçimler ne getirecek hiç kimse bilmiyor. Yunan siyasi sınıfına da hiç kimsenin en ufak bir güveni kalmamış bulunuyor. AB ülkelerinin, borç karşılığı "yazılı taahhüt" istemeleri de bundan kaynaklanıyor.
İtalya'daki sorun da farklı değil, hiçbir konuda ciddi siyaset oluşturmaksızın yirmi yıldır İtalyan politikalarını yönlendiren bir Berlusconi olgusu var. İstifa edeceğini açıklamasına rağmen, yerine gelebilecek alternatif siyasi oluşumlar da piyasaya henüz güven telkin etmedikleri için İtalya'nın borçlanma faizi giderek artıyor. 2012 yılında yaklaşık 300 milyar euro borcunu nasıl çevireceği şimdiden bir muamma haline gelmiş bulunuyor.
Saygınlık ne fark ettiriyor?
Birleşik Krallık, İtalya'dan daha az borçlu değil, ancak hiç sorunsuz borçlarını çevirebiliyor ve borçlanma faizi İtalya'ya göre tam beş puan daha aşağıda bulunuyor. İtalya ile karşılaştırıldığında, İngiltere daha yüksek bir büyüme hızı sağlayabiliyor. Bunun nedenini de, ABD ile İngiltere'nin özel ve çok girift ekonomik ilişkilerinde aramak mümkün. İngiltere ekonomisini son yirmi yıldır ABD ekonomisindeki önemli büyüme sürükledi. Şimdilerde bu büyüme de yavaşladığı için İngiltere'nin işi zor. Gene de kimse İngiltere'nin öngörülebilir bir gelecekte ödeme zorluğu içine girebileceğini düşünmüyor.
Aradaki fark, İngiliz siyasi sınıfının ve çıkaracağı hükümetlerin daha sorumlu, daha güvenilir olması dışında bir şey değil. Gerçi Muhafazakâr Parti'nin son "AB'den ayrılmayı oylayalım" girişimi bir siyasi sorumluluk örneği olarak tarihe geçmedi, ancak parlamentoda bu girişime çok geniş ve sert bir tepki oluştuğu için İngiltere siyasi sınıfının referansı hâlâ sağlamlığını koruyor.
Sıra Fransa'da mı?
Fransa'nın ekonomik durumu kötü değil, borç stoku Almanya'dan bile daha düşük, ancak gerek istihdam piyasasının katılığı, gerek yapılması gereken reformların çok ciddi toplumsal muhalefetle karşılaşması Fransa'da hangi hükümet olursa olsun işini zora sokuyor. Fransa Cumhurbaşkanı, aslında pek de uygun olmadığı bir "uluslar arası saygın lider" rolüne devamlı soyunmaya çalıştığı için, uluslar arası düzeyde inandırıcılığını çok yıpratmış bulunuyor. Şimdilerde 2016 yılına dek sürecek bir kemer sıkma ve reform siyasetinin temel adımları atılıyor.
Bugün Fransa'nın borçlanma faizi, yüzde 2.3 mertebesinden yüzde 3.4 düzeyine çıkmış bulunuyor. Euro kurulduğundan beri Almanya ile Fransa'nın borçlanma faizleri arasında böyle büyük bir fark hiç olmamıştı. Fransız bankalarının Yunanistan devlet tahvillerine yaptıkları yatırımların diyetini Fransa ekonomisi ödüyor.
Gerçekten yeni ve değişik bir dünyada yaşıyoruz. Ekonomiler birbirlerine o denli bağımlı, piyasalar o denli küresel ki, "iç siyaset" kavramı yok olmaya başladı. Bugün bir siyasetçi inanılır ve güvenilir olmak istiyorsa, attığı her adımın artık tüm diğer ülkeleri de etkilediğini düşünmek zorunda. Siyaset kesiminin saygınlığı, ülkelerin ekonomik performansları kadar önem kazandı ve kazanmaya devam edeceğe benziyor.