Başkan Sarkozy, yıllardır yapılacağı söylenen ve bir türlü gerçekleşmeyen Türkiye seyahatini nihayet yaptı. Seyahatin nasıl hazırlandığına bakılırsa, ciddi bir siyasi irade eksikliği hissedilmemesi mümkün değil. Yarım günde tamamlanan bu teması, Başkan Sarkozy, G-20 grubu başkanı sıfatıyla yapmayı seçerek, ciddi bir diplomatik soğukluğu baştan yaratmayı tercih etti.
Seyahat öncesi yaptığı açıklama, bir nebze de olsa Türkiye- AB ilişkilerinin gelmiş olduğu noktada artık AB üye devletlerinin endişe duymaya başladığını gösteriyor. Türkiye-AB ilişkilerinde, ne zaman Fransa ve Almanya gibi muhalif üye devletler Türkiye'nin beklentilerini karşılayamayacaklarını hissetseler, daima "hiçbir biçimde bu ilişkiler zarar görmemelidir ve Türkiye olabilecek en güçlü bağlarla AB'ye bağlanmalıdır" türünde açıklamalar yapar, kararlar alırlar. Bu saptamadan hareketle, ilişkilerimiz için yeni bir yol haritası beliriyor olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sarkozy gezisi için gayet sitemkâr ancak dengeli bir açıklama yaparak "Fransa ile Türkiye ilişkilerinin bundan daha fazlasını hak ettiğini" söyledi. Michele Alliot-Marie gibi, tatillerini Tunus'ta devrik başkan Bin Ali'nin kendisine tahsis ettiği villalarda geçirdiği ortaya çıktığından beri kişisel anlamda hiçbir inandırıcılığı ve kredisi kalmamış bir Dışişleri Bakanı ve nereye gittiğini kimsenin anlamadığı bir dış politika ile Fransa çok zor durumda. AB'nin fikir babası ve siyasi kılavuzu olmakla övünen, AB oluşumunu entelektüel anlamda kendi çocuğu gibi görmeye daima temayülü olan Fransa diplomasisi, son dönemlerde Başkan Sarkozy'nin beklenmedik çıkışlarına ayak uydurmaya çalışmaktan önünü göremez hale geldi.
Başbakan, pazar günü başlayacak Almanya ziyaretinde Şansölye Merkel ile Güney Kıbrıs krizi sonrası ilk kez bir araya gelecek. Şansölye Merkel de, ciddi siyasi sıkıntılar içinde, Hamburg'da hiç beklenmedik biçimde çok ciddi bir seçim yenilgisi yaşadı. Koalisyon ortağı ile de işler iyice gergin ve zor bir dönem yaşıyor. Başbakan ile yapacağı görüşmede hayati bazı ilke kararları alınabilir, yola nasıl devam edileceği konusunda bir "centilmenlik anlaşması" yapılabilir.
Bu görüşmenin hemen sonrasında Başbakan Brüksel'e geçerek Komisyon Başkanı Barroso ve AB Daimi Başkanlığı'nı temsil eden Van Rompuy ile görüşecek. Belçika Başbakanı Yves Leterme de görüşülecekler arasında. Bu görüşmeler, AB yetkililerinin isteğiyle hazırlandı ve Türkiye'ye önerildi. Mart içinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşme yapacağı bir diğer lider de Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron olacak.
Bu kadar kısa bir süre içinde, AB ülkelerinin ve AB üstyapısının tüm önde gelen karar alıcılarıyla bir araya gelecek olan Başbakan, Türkiye'ye bu temaslardan nasıl bir açılım çıkarabilecek? Bunu şimdiden kestirmek mümkün değil; ne var ki, iyice tıkanan müzakere süreci ve iyice saldırganlaşan Güney Kıbrıs gibi iki can sıkıcı engelin üstesinden gelinmeden AB ile ilişkilerin düzelmeyeceği de bir gerçek. Bu konularda önemli değişiklikler ve açılımlar bekleyebiliriz. Ne olursa olsun, içine girdiğimiz bu verimsiz darboğazdan ciddi bir çıkış yapmamız gerektiği konusunda üye devletler ve Türkiye, kararlı gözüküyorlar.
Geçenlerde adını vermek istemeyen bir üst düzey AB kökenli diplomat, Le Figaro gazetesine verdiği görüşte, Türkiye'nin artık bütün fasılları müzakere edip kapatabilecek düzeye geldiğini söylemişti. Bu açından bakıldığında, sorunlarımızın tümüyle siyasi iradede düğümlendiği bir aşamada olduğumuz açıkça görünüyor.
Bir diğer yandan, Arap dünyasını kasıp kavuran devrim dalgasına bakan herkes, pespayeliğe, çürümüşlüğe ve istibdata karşı ayaklanan halk yığınlarının ağzından tek bir ses işitiyor: "Türkiye gibi demokrasi olmak istiyoruz."
Bu devrim dalgasının bir anlamda toplumsal bir "plebisit" olarak Türkiye'nin rejimini, "eksenini" ve demokrasisini yeni bir meşruiyet ile takviye ettikleri şüphe götürmez bir gerçek olarak ortada duruyor. AB, bu gelişmelerden mutlaka ibret alacak ve tavrını değiştirecektir, ancak bu değişimi iyi yönetmesi ve elini çabuk tutması gerekiyor. Türkiye de AB de, birbirlerini çok ciddi biçimde tamamlayacakları bir noktaya geldiler. Bu kadar önemli bir sinerjiyi AB'nin görmemesi mümkün değil. Yeni durumu daha iyi okudukça, AB Türkiye'nin vazgeçilmezliğini teslim etmeye daha hızlı biçimde yaklaşacaktır.