1789'da Bastille'i yakıp yıkan Paris halkı için, "ama bu bir ayaklanma" diyen Kral 16. Louis'ye, kendisine haberi veren Liancourt Dükü'nün cevap olarak söylediği rivayet edilen cümledir: "Bu bir ayaklanma değil Majesteleri, bir devrim..."
Önce Tunus'ta başladı, şimdi Mısır'da sürüyor, halk sokaklarda ve demokrasi istiyor. Bu bir devrim, hiç kimsenin bundan şüphe etmemesi gerekir. Televizyondan canlı olarak izlenebilen bir devrim hem de... Bu nedenle Mısır'da olanları, sanki senaryosu ustalıkla yazılmış bir politikkurgu filmi gibi, Tahrir Meydanı merkez olmak üzere takip edebiliyoruz. Bütün bu "şeffaflık" ve anında haber alabilme imkânı, Mısır devrimini başarılı kılacak mı? Mısır'ın başında yıllardır çöreklenmiş olan dikta ekibinin attığı adımlara bakılırsa, demokrasiye geçiş hiç de kolay olmayacak gibi duruyor.
Çarşamba gününe kadar, sokaklar tüm katmanlarıyla barışçı biçimde direnen Mısır halkına aitti. Kentli genç, yaşlı, kadın, erkek nüfus meydanları ele geçirerek diktatörlüğe ve çürümüşlüğüne karşı soylu direnişlerini ortaya koydular.
İktidar, önce polis güçlerini göstericilere karşı kullandı. Bu güçler, gösterileri engellemekten ziyade daha da şiddet kazanmasına yol açtı. Halk sokaklara o denli büyük sayılarda indi ki, polis kuvvetleriyle durdurmak imkânsız hale geldi. Bunun üzerine polis güçleri sokaklardan tümüyle geri çekildi, onun yerine iktidar hapishaneleri boşaltarak, sivil provokatör ekipleri kurarak yağma hareketleri başlattı. İnsanlığın büyük mirasını barındıran Kahire Müzesi, bu provokatörlerin saldırısına uğradı.
Ahali, kendisini korumak için milisler oluşturmaya başlayınca da, silahlı kuvvetler devreye sokuldu. Bu arada ABD başta olmak üzere AB ülkeleri ve demokrasi dünyası, Mısır yönetimine ve Silahlı Kuvvetler'e halka ateş açmaması ve şiddete başvurmaması konusunda baskı yapmaya başladı. Mısır Ordusu, dünyada en büyük onuncu ordu ve yabana atılabilecek bir güç değil. Bu baskı netice verdi sanılırken, aslında ordunun zaten ateş açma niyetinde olmadığı ancak tüm dış dünya ile konuşabilecek yegâne aktör haline gelmek istediği anlaşıldı. Bu anlaşıldığında, zaten çok geç olmuştu.
Türkiye'nin rolü
Mısır halkının üstüne sürülen "Mübarek yanlısı" kişilerin sivil polislerden ve paralı milislerden oluştuğu apaçık ortadayken, ordunun bu saldırıya karşı halkı korumak için hiçbir şey yapmaması, danışıklı dövüşün boyutlarını ortaya koydu.
Mübarek, hükümetin bir bölümünü görevden alarak, sanki Mısır'ı yöneten kendisi değilmiş de hükümetmiş gibi, bazı adımlar atmak suretiyle uluslararası kamuoyunu oyalar gibi yaptı. Mısır istihbaratının başında olan Ömer Süleyman, Başkan Yardımcısı atandı. Enver Sedat'ın katli sonrasında Başkan Yardımcısı olduğu için başa geçen Mübarek, belki bu nedenle hiçbir zaman Başkan Yardımcısı atamamıştı. Bu defa, Mısır'daki devrimi kendi yöntemleriyle bastıracak olan bir kişiyi bu mevkiye getirdi.
Bütün bunlardan sonra, eylül ayında başkanlıktan ayrılacağını söyleyerek, yolsuzluk, istikrarsızlık ve baskı rejimini bir altı ay daha devam ettirmek istediğini ortaya koydu. Tahrir Meydanı'na çıkan on binlerce Mısırlının eve dönmesini isteyen ordu, olan bitenin sorumluluğunu da göstericilere yüklemiş oldu. Başkan gideceğini söyledikten sonra, gösteri yapmak da niye? Hem zaten karşıt gruplar yüzünden kan da döküldü, o halde herkes evine, Mısır ordusu da eskiden olduğu gibi rejimin bekçiliğine...
Mısır devrimi çok zor bir döneme girmiş olabilir, bunun bir devrim olduğu gerçeği değişmez. 1989 sonunda bir gecede yıkılan Berlin Duvarı'na giden yolda son dönemeç, 1980'de Polonya'da Lech Walesa'nın Dayanışma Sendikası'nın bir volkan gibi patlamasıyla başlamıştı. Sosyalist sistemin bütünüyle ortadan kalkması, Polonya olaylarından sonra sadece dokuz yıl sürdü. Şah rejiminin ortadan kalkması ise, 1979 ayaklanmasıyla değil, Musaddık'ın 1951 seçimlerini kazanmasıyla başlayan bir süreçti. Diktatörlüğü desteklemekte ısrar edildiğinde, sonrasında nasıl felaketler yaşanabileceği de böylelikle görüldü.
Mısır halkının devrimci ayaklanmasını "meşru ve makul istekler" olarak değerlendirip, gerçek anlamda halka destek veren ilk demokratik ülke olarak Türkiye tarihe not düşmüştür. Mısır'ın, Tunus'un ve diğer bölge ülkelerinin demokratik geleceğinde, Türkiye'nin sadece varlığı bile bir "yol haritası" oluşturacaktır. Dış siyasetimiz kadar, iç siyasette de demokratik işleyiş standartlarının yükselmesinin hem bizler hem de tüm bölge açısından hayati önem kazandığı bir döneme giriyoruz.