Ortadoğu'yu sarsan toplumsal dalga, hızını kesmeden çeşitli ülkeleri etkilemeye devam ediyor. Tüm önlemlere, tüm görüşmelere rağmen Tahrir Meydanı'ndaki direnişte somutlaşan Mısır halkının soylu mücadelesi devam ediyor. Bu devrimci direniş Mübarek görevinden istifa etmeden de dinmeyecek gibi gözüküyor.
Kuruluşundan bu yana ilk defa, Ürdün Krallığı'nın temel unsuru, yani silahlı kuvvetleri ve yüksek bürokrasiyi oluşturan Bedevi nüfus, Kraliyet ailesini açıkça yolsuzlukla itham ederek yeni bir sayfa açtı. Otuz altı önde gelen Bedevi aile reisinin bu çıkışı, Ürdün'ün rejimi reform için hızla adımlar atmazsa, gelecek açısından önemli çalkantılara işaret ediyor.
Yemen zaten büyük bir çalkantı içinde... Tunus'ta başlayan değişim, giderek daha derinleşiyor, Tunus halkı basit bir değişim istemiyor, ciddi bir demokratik düzenin kurulmasını istiyor. Geçici Başkan ve hükümet ise altı aylık bir süre içinde şeffaf ve demokratik seçimler düzenleyeceğini vaat ediyor, ancak altı ay süreleri kalıp kalmadığı herkesin çok merak ettiği bir husus olarak duruyor.
Bu bir devrim mi?
Petrol zengini Körfez ülkeleri, ellerinde bulundurdukları devasa zenginlik ve nüfuslarının çok az olması gibi nedenlerle şimdilik bu dalganın etkilerini göğüsleyebilecek gibi duruyorlar. Ancak bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu, bu devrimci dalgadan nasibini alacağa benziyor. Önümüzdeki ay ve yıllarda, bu ülkelerde çok ciddi değişiklikler göreceğiz, yeni rejimler ve yeni siyasi, idari yapılar oluşacak... Bu nedenle bu dalganın "devrimci" bir süreç olduğunu öne sürmekten çekinmiyorum.
Arap dünyasını sarsan ve sarsacak olan bu dalganın iç siyasette yarattığı temel etki, "Türkiye model olabilir mi" tartışmasıyla sınırlı kaldı. Bu tartışma da, iki ayrı alana yayıldı. Birincisi, "Türkiye model ve lider olmalıdır" diye düşünen bir kesimin ortaya attığı düşüncelerle biçimlendi. İkinci tartışma konusu ise, basitçe "hani Türkiye düzenleyici ülke olacaktı, hiçbir etkimiz olamıyor" saptamasıyla özetlenebilecek bir çerçeveyi oluşturdu.
Bu iki görüş de, aslında tek bir gerçeğe iki ayrı yönden bakış açısını oluşturuyor. Her şeyden önce, Mısır örneğini ele alırsak, ne kendi ulusal istihbaratının, ne Mısır'ı yaşamsal bir alan olarak gören İsrail istihbaratının, ne de dünyadaki yegâne süper güç ABD istihbaratının öngörebildiği bir sosyal patlama ile karşı karşıya kalındı. Bu ülkelerin hiçbiri de, tüm çabalarına rağmen, gidişatı ciddi biçimde etkilemeyi başaramadı. O halde Türkiye'nin nasıl bir etki yapması beklenebiliyor?
Bu saptamadan hareketle, Türkiye'nin zaten bir "model" olamayacağı, bölgede bir liderlik konumuna uzanamayacağı sonucuna ulaşmak, genelde kolay ve kimileri için mutluluk dolu bir egzersiz oluyor. Ancak gerçek o kadar basit mi?
Türkiye, adına ister çağdaşlaşma, ister modernite, isterseniz de Batılılaşma deyin, dünyanın evrimine ayak uydurabilen, sürdürülebilir bir sisteme sahip. Bu sistemi oluşturup sürdürmüş olan yegâne Müslüman nüfuslu ülke olmanın da yükünü taşıyor. Malezya ve Endonezya örnekleri de enteresan bir gelişme gösteriyorlar, ancak demokratik açıdan henüz Türkiye ile kıyaslanacak düzeye gelemediler. "
Model" değil, "yöntem" ve "umut"
Bu saptama içinde, anahtar kelime "demokrasi". Türkiye, demokratik standartlarını ne kadar AB normlarına yaklaştırabilirse, o kadar sisteminin sağlamlığını teyit ediyor. Toplumsal meşruiyet zemini sağlamlaşıyor, genişliyor. Bu toplumsal meşruiyet, büyük bir değişiklik dalgası içinde olan bölge ülkelerine bir "model" sunmayacak belki, ancak bir "umut" ve bir "yöntem" sunuyor.
O yöntem de, çoğulcu, katılımcı bir hukuk devleti ve çalışan bir demokratik sistem olarak ortaya çıkıyor. Bu bir "model" değil, sadece önemli bir yaşam biçimi ve toplumsal meşruiyet zemini. Bu zemini sağlayabilecek başka hiçbir yöntem de bugüne dek bulunamadı. Siyasal İslam'ın iktidarda olduğu ülkelerde de bulunamadı, otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde de bulunamadı.
Türkiye'nin bölgedeki artan gücü, kısa vadede anlaşılabilecek bir etki yapmıyor, ama orta ve uzun vadede, "eşitler arasında işbirliği" anlayışının egemen olacağı son derece önemli bir uluslararası sistemin tohumlarını barındırıyor.
Bölge halklarına gerçekten destek vermek istiyorsak, yapacağımız en hayırlı iş, demokratik sistemimize sahip çıkmak, onu mükemmelleştirecek adımlar atmak. Bunu yaparken de, demokrasinin akamete uğrayacağı müdahalelere çağrı yapmamak, halkın desteği dışında başka bir meşruiyet aramamak. Kısacası, çağdaşlığın gereklerini içerde yerine getirerek, dışarıya örnek olabilmek.