BU konuda okurların dikkatini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) 24 Haziran 2004 tarihli hararetle tartışılan içtihat kararına çekmekte yarar var. Kararın Alman basınını hedef alması da ayrıca ilginç.
Monaco Prensesi Caroline, 1990'lar boyunca papparazzilere karşı yoğun bir mücadele vermiş, özel hayatına ilişkin fotoğrafların yayımlanmasını önlemeye çalışmıştı.
Caroline bu girişimlerini "özal hayatın korunması" ve "imajının kullanılmasını denetleme hakkı"na dayandırmıştı.
Alman dergileri Bunte, Freizeit Revue ve Neue Post aleyhine açılan bir dava, "Caroline'in çocuklarıyla çekilmiş fotoğraflarının, çocukların yetişkinlerden daha fazla korunmaya ihtiyacı olduğu" itirazı önemli bulununca, sonunda Alman Federal Anayasa Mahkemesi'ne kadar gitti. Mahkeme 15 Aralık 1999'da aldığı kararda, Caroline'i haksız buldu. Karar gerekçesini basın özgürlüğüne ve "kamuya mal olmuş şahsiyetlerin kamusal alanda nasıl davrandığını bilme ve öğrenmenin kamu yararına ait bir hak olduğu" tespitine dayandırdı.
Caroline bunun üzerine, yargıçları arasında Rıza Türmen'in de bulunduğu AİHM'ye, kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "özel hayatın gizliliğine saygı"yı düzenleyen 8. maddesine aykırı olduğunu öne sürerek itiraz etti.
Ve AİHM Caroline'in itirazlarını haklı; "basın doğru davranmıştır" diyen Almanya Hükümeti'ni "özel hayatı koruma" konusunda yetersiz buldu.
Bu, şu demek: "Kamu yararı" taşımayan, sansasyon niyetli yayınlara karşı eğer mahkemeler bireyleri koruyamıyorsa, 8. madde ihlal edilmiş oluyor.
Kararın, başta Almanya olmak üzere AİHS'yi imzalamış ülkelerdeki tabloid basında nasıl olumsuz tepki yarattığını tahmin edebilirsiniz. Bu karara rağmen, "ünlü"lerin gizlice çekilmiş fotoğrafları yayımlanmaya devam ediyor. Özellikle de Alman basınında. Kaldı ki Alman meclisi
AİHM kararından sonra yasada "kısıtlayıcı" değişiklik yapmadı.
Ombudsman'ın yorumu:
"Özel hayatın gizliliği" herkesin temel beklentisi ve hakkı olsa da, basın özgürlüğü açısından bakıldığında gizlice çekilmiş fotoğrafların yayımlanmamasını beklemek gerçekçi değil.
Yayımlayan da olacak, yayımlamamayı tercih eden de. Konuyu danıştığım çeşitli ülkelerin ombudsmanları "bizim gazetemizde bu tür 'tabloid unsurlar' yayımlanmaz" dediler.
Peki Sabah doğru mu davrandı? Bu sorunun cevabı, Sabah yazıişlerinin gazeteyi nasıl tanımladığı ile doğrudan bağlantılı. Tanımlama, yayın ilkelerini şekillendirir; ilkeler yayımlamayı makul ve meşru da kılabilir, tersi de olabilir. Sanıldığı gibi siyah beyaz bir mesele değil bu.
Her şey kimliğe, vizyona ve yayın politikalarına bağlı.