Neyse ki yaşananların ve yaşatılanların utancı basınımızda bazı vicdanları rahatsız etti de, İsviçreTürkiye maçı esnasında zirveye çıkan cinnet ardından bazı gerçekleri görenler var.
Türkiye'nin zaten ahlaki sorunlarla boğuşan basınının en sorunlu kesiminin spor basını olduğu herhalde artık tescil edilmiş bulunuyor.
Maç gününe kadar oldukça sessiz kalan okurlar, geçen perşembeden itibaren seslerini duyurmaya başladılar.
Geç kalınmıştı belki, ama olsun.
Hesaplaşmakta yarar var.
Ders çıkarabilmek için...
Hadiselerin aktörleri belli. Yanlışlıklar manzumesi çok rahat okunuyor.
Bu manzume içinde elbette ki görsel ve yazılı medyanın "yaptıkları" da okurlar tarafından net okunuyor.
Son üç dört gün içinde arayan, çoğu öfke saçan birçok okur, "gördünüz mü ne yaptığınızı" anlamına gelecek değişik beyanlarda bulundu. Eh, Sabah okurları içinde aklıselim sahibi, uygarlık tutkunu büyük bir kesim olduğu zaten biliniyordu.
'Özür dilerler mi?'
İki örnek vereyim.
Ahmet Mertol, "Yaşanan yanlışlıklarda sizin önemli payınız var" diye girdi söze. "Hırçın başlıklar, meydan okumalar.. Teknik tahliller yerine rakiplere belden aşağı vurmalar; aşağılamalar, hakaretler... Daha beteri, halkı doğrudan spor dışı, kanun dışı şeyler yapmaya zorlamalar... Havalimanında taşkınlıklara karışan üniformalı insanlar hallerinden utanmadı, ama ben üniformaları adına utandım. Ahlaksızca onları kışkırtan köşe yazarlarına kandıkları için acıdım. Acaba bu yazarlardan hiçbiri, bir gün oturup da 'şurda şurda yanlışlık yaptım, halkımdan özür dilerim' diyebilecek midir? Hiç zannetmem.."
Esat Balkan sıkıla sıkıla konuşuyor: "Maçı kazanmanın sevincini yaşayamadığıma mı yansam, Milli Takım yöneticisi olması gereken şahsiyetlerin birbirinden yakışıksız tavırlarına şahit olmanın acısıyla mı kahrolsam, biraz düzelecek sandığım futbol adabının dibe vurmasına mı, Dünya Kupası'nı kaçırdığımıza mı... Bu ülkenin dışarda zaten problemli olan itibarına bıçak sokanlara lanet olsun. Olsun da, her gün okuduğum Sabah da dahil, mümtaz basınımızın aklı başına ne zaman gelecek? Bu nasıl bir deliliktir ki, zavallı insanlar günlerce kışkırtılırken kimsenin sesi duyulmaz? Maalesef bu ilkelliklerin maşası oldunuz. Ben, Fatih Terim veya öbürlerinden medeni bir özeleştiri beklemiyorum, ama madem ki bize temiz basın sözünüz var, o halde okuyucularla yanlışlarınızı paylaşın. Belki kendini kaybsetmiş 'insanlara' belki örnek olursunuz.."
Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan eleştirilere hak veriyor.
Sözü ona bırakıyorum:
"İsviçre maçı sonrası hazırladığımız gazete ne yazık ki SABAH standartlarına uymadı. SABAH Yazıişleri masasında "erkek ağırlıklı" grubun bastırması, Spor Servisimizin Şifo Mehmet'in tekme fotoğrafını ancak şehir baskısında bulabilmesi ve bu konuda yazıişlerini uyarmaması sonucu böyle bir gazete ortaya çıktı. Bu konuyu sonra aramızda tartıştık. Futbol izlemeyi seven bir Fenerbahçe taraftarıyım. Ancak bu, takımım da dahil, gerçekleri görmemi engellemez. Ne yazık ki Milli Takım'da son dönemde 'Başarı olsun da, nasıl olursa olsun' mantığı ağır bastı. Fatih Terim'in başını çektiği yönetim, işlerin çığırından çıkmasına çanak tuttu.
Yine ne yazık ki, SABAH dahil Türkiye'nin önde gelen gazetelerinin spor yazarları en baştan bu tavra yeterince karşı koyamadı. Hepimiz, zaman zaman siyasi konularda da ağır basabilen "Ulusal çıkar" duygusuna kaptırıverdik kendimizi. Bu olayların çıkacağını aşağı yukarı hepimiz biliyorduk ama ulusal çıkar duygusu bizi frenledi herhalde. Susurluk olayının su yüzüne çıkmayan veya çok öne çıkarılmayan bölümü futbolla ilgiliydi. Susurluk tipi bir örneğe bu kez Beşiktaş yönetiminde rastladık. Ancak ünlü bir çete reisine pasaport verdiği ortaya çıktığı için Beşiktaş ile ilgisi kesilen ve yargılaması henüz süren bir kişi hâlâ televizyon ekranlarında yorum yapıyor, gazetelerde köşe yazabiliyor."
'SABAH kararlı'
"Türk Basını'nın özellikle spor basınının alması gereken çok yol olduğu son milli maçla ortaya çıktı. Olayların ardından yapılan yorumlarda hâlâ 'dişli' yöneticileri savunan keskin kalem sahiplerinin olması bunun en açık örneği. Çetelerle bağlantısı olan adamların milli maç koridorlarında dolaşması ve hükümetin, spordan sorumlu Devlet Bakanı'nın veya federasyonun bu konuda harekete geçmemesi, Türkiye'nin nasıl bir açmazla karşı karşıya olduğunun en açık örneğidir. Çetelerle siyaset yapmaya kalkanların sonu apaçık ortada. Çetelerle yeşil sahalarda başarı kazanmaya çalışan federasyon, teknik adam ve yöneticilerinin sonunun da farklı olmayacağı açıkça görülmeli. SABAH bu konuda üzerine düşeni yapmaya kararlıdır."
Gerçekten de karşımızda, kendisine çeki düzen vermesi, yeni sayfa açması gereken bir spor gazeteciliği anlayışı var.
Maalesef bu gazetelere Sabah da dahil. Hatalı yaklaşım, okuru yanıltıcı ve yer yer de kışkırtıcı nitelikte başlık ve haberleri, köşe yazılarını Babahan'ın yaptığı gibi tek bir güne indirgemekte de zorlanıyorum.
Tehlikeli yaklaşımı geçen hafta başından beri kolayca görmek mümkün. "Cehenneme Hoş Geldiniz", "Rüzgâr Eken Fırtına Biçer", "Kendimizi İhbar Ettik", "Ahlaksızlar!" (hakemleri kasten) gibi başlıklar; bir önceki maçta tam olarak neyin olduğunun bile anlaşılamamasına rağmen "vurun kahpeye" tarzı misilleme çağrıları, ham duyguların peşine takılıp tarafsızlığı unutmak ve hep kendine yontan "taraftar gazeteciliği"ni tercih etmek.
Görülen tablo, hafta içinde bazı dengeleyici çabalara rağmen, maalesef böyle.
Galiba şunun anlaşılması gerekiyor:
Kural ve ilkeler bakımından spor gazeteciliği ayrı, öteki gazetecilik ayrı olamaz.
Geçen hafta sağda solda, gazetelerde "medya olarak bizden beklenen" laflarını dehşetle duyduk. Bu, özetle, "bizim borazanımız olun, ne yaparsak destekleyin" mesajıydı. Vicdan ve akıl sahibi her gazeteci bu saçmalıkları geldiği yere iade etmelidir.
Evet, aklıselim sonradan ağır bastı ve 'gerçeğe' geri dönüldü.. ama yara açık.
Kanama devam ediyor..
Umarım Sabah başta olmak üzere, basın, yazı işlerinde bu konuyu enine boyuna, açıksözlülükle ele alır, neşter atar.
Sabah'ta da gönüller rahat değil. Şikâyetçi çok gazeteci de var...
Bu ülkeye ve sağduyulu insanlarına kötülük etmekten vazgeçmek lazım.