Toplumu bıçak gibi ortadan bölen sorunlarımız var.
Sabah gibi geniş kitlelere seslenen bir gazetenin okurları da bu yüzden bölünüveriyor.
"Türban" sorunu bunlardan biri.
Bakışlar öyle ayrılıyor ki, bu konudaki önemli gelişmelerde gazetecilik tavrı, mutlaka bir tepki dalgasına çarpıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), tıp fakültesi öğrencisi Leyla Şahin'in üniversitede türban/başörtüsü takma özgürlüğü konusundaki şikayeti üzerine hafta içinde aldığı karar işte böyle bir eleştiri dalgası üretiverdi.
Tepkiler Sabah'ın 11 Kasım günkü manşetine geldi.
"AİHM Büyük Dairesi yıllardır süren tartışmaya son noktayı şu ifadeyle koydu:" deniyordu üstbaşlıkta.
Manşet ise, Türban Siyasi İslam'ın Sembolü şeklindeydi.
Çoğu öfkeli Sabah okurları, manşetin "doğruluğunu" temsilciyle tartışmak istediler. Onlara göre, bu yorum "kabul edilebilir" değildi.
Bu tepkileri dinler ve okurken şu çok net anlaşıldı:
Okurlar manşeti Sabah'ın kendi "kararı" gibi algılamıştı.
Her birine, bu ifadenin, AİHM kararının içinde önemli bir "saptama" olduğunu ve mahkemenin kendisine tepki gösterilmesi gerektiğini anlattım.
Çoğu anladı, bir kesim anlamadı.
Manşet tek tırnak içinde verilseydi daha doğru olacaktı.
Bazı okurların itirazı da üstbaşlıktaki "...son noktayı şu ifadeyle koydu.." ile ilgili. "Bu kadar net mi acaba?" diye soranlar var.
Bu eleştirilere hak veriyorum.
Sabah "son noktayı koydu" netliğinden kaçınmalıydı.
Çünkü karar, yoruma açık ve tartışılmaya mahkûm. Tartışılacak.
Demokrasinin gereği de bu özelliği de. Aksi düşünülemez.
(Ayrıca, AİHM yargıçlarından Rıza Türmen'in "bu karar türban yasağı kaldırılamaz anlamına gelmez" yorumu da bir kenara not edilmeli.)
Sabah, Cumhuriyet'in laiklik ilkesine bağlı bir yayın çizgisi izliyor.
Ama, aynı zamanda özgürlükçülüğün de ateşli takipçisi.
Her iki ilkeye bağlılık, türban gibi çetrefilli bir sorunun tüm yönleriyle açıkça tartışılmasına "sağduyulu tarafsızlık" ile aracılık etmesini neden engellesin?