Geçen hafta AB Zirvesi ardından basının Türkiye'ye tarih verilmesine ilişkin tavrı konusunda bazı iddialar okuduk.
Bir gazete, diğerlerini "iktidara teslim olmakla" suçladı. Kendisini "tek doğru haber veren" ilan etti.
Emre Kongar da köşesinde bu görüşlere katıldı.
Tartışmayı böyle aşırı basitleştirmek mümkün mü? Mümkün ama, bu bize ille de gerçekleri gösterir anlamına gelmez.
Biliyoruz ki meslekte mutlak "tarafsızlık" sadece bir yanılsama...
Onun için "denge" ve "dürüstlük" öne çıkıyor artık.
Fakat... Her gazetenin özellikle büyük siyasi/toplumsal gelişmelerle ilgili, takındığı bir "tavır" olur.
Gazete, "eğilimini" ön sayfasından, başyazısından ilan veya belli edebilir.
"Tavır", o gelişmeye ilişkin temel kabuller (premises) üzerinde şekillenir.
Ana nehir yatakları üzerinde...
Bu yüzden, gazetelerin farklı tavırlarının olması doğaldır.
Mesela, Financial Times, Economist, Expressen, Guardian gibi gazeteler açıkça Türkiye'ye net tarih verilmesine ve AB'ye alınmasına destek verdiler. Sonuca sevindiler.
Frankfurter Allgemeine Zeitung baştan sona şüpheyle, dirençle baktı .
Haberleri de bu yönde şekillendi. Türkiye'de Sabah da AB'ye Evet tavrını yansıttı.
Ön sayfalarında bunu anlattı. Fakat yorumlarda bir ayrışma da görüldü. Farklı fikirler yansıdı.
"Ama asıl mesele haberlerde" denirse, yanıtı basit: Haberi "Kıbrıs gidiyor, tarih geliyor" gibi bir kabule oturtursanız, sadece bir tartışmalı noktaya kilitlenirsiniz. "Açık uçluluk üyeliği engeller" kabulü, ille mesleğe dair bir şüpheyi değil, bir peşin hükmü de yansıtabilir. Böylece...
"Tek doğruyu biz verdik" iddiası havada asılı kalır. Yere basmaz . AB metni tartışmaya çok açık. Gri alanlarla dolu . Fakat, Türkiye'ye net tarih verilmesiyle verilmemesi arasında belirgin bir çizgi de var. Unutulmasın.
Rakip gazeteleri suçlamak yerine bardağın dolu ve boş yanlarını yansıtan haber dengesini iyi kurup yola devam etmek en iyisi. Herkes işini yapsın.