Çocukluğumun Yeniköyü'nün unutamadığım portrelerinden biri 40'lı yaşlardaki Muhlis Bey'di.
Yaş ortalamamız 14-15 olan biz bir grup çocukla sohbet edecek kadar alçak gönüllüydü.
Ya da yaşıtları kendisini ciddiye almadıkları için, gündüz rüyalarını paylaşmak konusunda bizim hoşgörümüze sığınırdı.
Mesela bir gün yanındaki deri pantolonlu berduş bir Alman'ı Sovyetler Birliği'nden kaçan "Atom uzmanı" olarak bize tanıtır ve evinin arkasındaki garajda bu Almanla devr-i daim motoru imal ettikleri sırrını bizimle paylaşırdı.
Spor bir Chrysler arabası vardı.
Bu arabanın şasisini sürat yaparak iki kez kırdığını iddia ederdi.
Muhlis Bey anlattığı her inanılmaz öyküden sonra sol eliyle çenesini tutar, başını boynundan sağa doğru kanırtır ve "Bu memleket elbet bizim de elimize geçecek" diye son sözünü söylerdi.
Daha sonraları bu "Memleketi ele geçirmek" kavramının Muhlis Bey'den daha akıllı olduklarını var saydığım insanlar tarafından da defalarca kullanıldığını görerek şaşırmıştım.
Neticede çoğulcu demokratik rejimlerde seçim kazananların "Memleketin yönetimi"ni ele geçirmeleri, işin doğasında vardır.
Seçim kaybedenler
Seçim kaybedenlerin seçim kazananları "Memleketi veya devlet"i ele geçirmeye teşebbüs etmekle suçlamaları ise, galiba sadece bizim demokrasimizin doğasında vardır.
Aslında yakın tarihimizde memleket veya devlet gerçekten ele geçirilmiştir.
Osmanlı'nın son döneminde İttihatçılar bunu yapmışlardır.
Tek Parti döneminde devlet gerçekten "Parti"nin mülkiyetinde değil miydi?
Demokrasinin rafa kaldırıldığı askeri ara rejimlerde de devlet, yönetimi temsil eden "Komite"lerin veya "Konsey"lerin elindeydi.
Ama iktidarın seçimle belirlendiği dönemlerde, sadece devletin yönetiminin seçimi kazanan partinin veya koalisyonların eline geçtiğini bir türlü kabullenemedik.
Son Anayasa değişiklik paketi dolayısıyla muhalefet partileri ve özellikle CHP'nin sözcüleri AK Parti'nin devleti ele geçirmeye çalıştığını iddia etmekteler.
Bu söylemlerin Menderes'in, Demirel'in ve Özal'ın başbakan oldukları dönemlerde de seslendirildiklerini unutmamız mümkün değildir.
Hatırlıyorum.
Elbiseler ve zaferler
1980'li yıllarda Demirel'le bir sohbetimizde onu 1'inci Boğaz Köprüsü'nü ve bağlı çevre yollarını küçük boyutlu yapmakla suçlamıştım.
- Eğer Köprü'yü ve yolları altışar şeritli yapsaydınız trafik tıkanmazdı, demiştim.
Demirel de gülmüş ve şu cevabı vermişti:
- Sen ne diyorsun? Ben Boğaz'a köprü yapacağız dediğimde İsmet Paşa İstiklal Madalyası'nı gösterip "Yaptırmayacağım" demez miydi?
Bir de Menderes için söylenen söz vardır.
- İsmet Paşa'nın üzerinde Kurtuluş Savaşı'nın zaferi, Adnan Menderes'in üzerinde ise Terzi İzzet'in elbisesi vardır, denilmez miydi?
Cumhuriyet'i kuran ilk kuşaklar için seçim yolu ile "Memleketin yönetiminin" ele geçirilmesi ile "Memleketin" ele geçirilmesi arasında fazla fark olmayabilir.
Ama bugünün siyasetçileri artık yeni kuşaklardan.
Deniz Baykal'ın veya Devlet Bahçeli'nin üzerlerinde de Tayyip Erdoğan'ınkiler gibi elbiseler var.
Ayrıca arkalarında seçim yenilgileri de var.
Yani kimse devletin ellerinden alındığını iddia etmeye hak sahibi değil.
Yapmaları gereken seçim kazanıp, memleketin yönetimini ele geçirmeye çalışmaktır.