Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Hukukun üstünlüğü mü yoksa yargıçlar iktidarı mı?

Yine içimize döndük ve mesela yargı ile siyaset arasındaki alan kavgasının sadece bize özgü bir durum olduğunu varsayarak anayasa değişikliğini tartışıyoruz.
İnternette Amazon'a veya Google'a girip "Juristocrasy" yazın.
"From Democracy to Juristocracy" (Demokrasiden Juristokrasiye) başlıklı kitaplardan, "How to Deal with Judges Who Are Too Activist" (Aşırı eylemci yargıçlarla nasıl baş edilir) konulu araştırmalardan ve "Juristocracy: The Unelected Legislature" (Juristokrasi: Seçilmemiş Yasama) içerikli incelemelerden yüzlercesi çıkar karşınıza.
Özellikle 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Avrupa'da ve bizde de 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra oluşan yeni anayasal düzen anlayışı, seçilmişlerin güçlerinin yargıçlar tarafından dizginlenmesi eğilimini yaygınlaştırdı.
Bu uluslararası hukuka da, devletler ve hükümetler üstü yargı organları ile yansıdı.
Örneğin bizde ayrı bir iktidar olmakla suçlanılan yargımızın kararları, her gün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yeniden yargılanmıyor mu?
Veya yabancı şirketlerin "İlle de tahkim isteriz" demeleri, bizim yargımıza güvenmediklerini mi gösteriyor?
Hukukun devletin de iktidar gücünün de üzerinde olması ilkesi, tabii ki kötü bir şey değildir.
Ama toplumdaki bir sınıf, bir kesim veya bir meslek grubu, özel konumlarından ötürü diğerlerine patronluk taslamaya başlarsa ve bunun için "Hukuk" da araç olarak kullanılırsa, iş çığırından çıkar.
Bu sadece "Yargıçlar yönetimi" için geçerli değildir.

Çeşitli oligarşiler
Örneğin bugün Amerika'daki sosyal güvenlik ve bankacılık reformlarının "Plutokrasi" tarafından yani "Zenginler yönetimi" tarafından engellendiği tartışılıyor.
Geçmişte Marksist terminolojiyi kullanarak her kötülüğün anasının "Burjuvazi" olduğunu söyleyebilirdiniz.
Weberciler "Bürokrasi"yi de bir sınıf biçiminde toplum bilimlerine yerleştirdiler.
Durkheim'ın emeğe ilişkin değerlendirmelerinden giden düşünürler de "Başarılıların yönetimi" demek olan "Meritokrasi"yi gündeme getirdiler.
"Otokrasi" ve "Oligarşi" benzeri kavramlara da yabancı değiliz.
Bütün bu olguların arasında bize özgü olan durum ne olabilir?
"Jüristokrasi" kavramı kuvvetler ayrılığını benimsemiş anayasal rejime sahip tüm ülkelerde, bizde olduğu gibi tartışılıyor.
Bizde ise bunun ötesinde "Yargı-Asker -CHP" üçgeninin demokrasiye karşı adeta örgütlenmiş biçimdeki dayanışmaları özellikle vurgulanmakta.

Organizasyonel suç

Bu durumu ceza hukukunun "Organize suç" tanımı içinde değerlendirmek elbet mümkün değildir.
Siyaset sözlüklerini karıştırdığınızda karşınıza çıkan ve hukuk açısından suç oluşturmayan "Organizasyonel suç" kavramı belki bu noktada işimize yarayabilir. "Organizasyonel suç" bir kurumun veya bir şirketin yöneticilerinin, kurumlarının veya şirketlerinin rakiplerine üstün gelmesi için her yolu denemelerini ifade ediyor.
Bunu bizdeki duruma uyarlarsak, statükonun değişmesini engellemek isteyen rejim muhafızlarının "Cumhuriyet ve laiklik elden gidiyor" gerekçesi ile demokrasiyi tehlike olarak sunmalarını belki ele alabiliriz.
Aslında eski ile yeninin her karşılaşmasında bu tür durumlar ortaya çıkar.
Ancak her yeni de eskir sonunda.
Mesela ülkemizi ziyaret eden Almanya Başbakanı Merkel'in ana derdi en yeni para birimi olan "Euro"nun yeni koşullara artık uyarsız kalması değil midir?
İflas etmiş Yunanistan'ın da para birimi euro olduğu için, bu ülke devalüasyon yapamamakta, kolay borçlanabilmek için faiz hadlerini yükseltememektedir. Bu da böyle bir sorunu olmayan ama o da euro kullanan Almanya'yı krize sürükleyebilmektedir.
Yani içe çok fazla dönmeyelim.
Dünyadaki sorunlu konular sadece bize ait değildirler.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA