Anayasa kitaplarında devletin temel öğeleri (Toprak, millet, egemenlik,v.b.) yanında, devletin kurumları (Yasama, yürütme, yargı, güvenlik güçleri, v.b.) sayılır. Ama nedense "Siyaset "in de adı geçmez bu sıralamalarda.
Bir siyasetin varlığı, devleti kalıcı hale getiren, dünyadaki değişim karşısında köhneleşmekten koruyan, gelişimi sağlayan çok temel bir öğedir. Bir ülkede tartışılarak geliştirilen, yurt ve dünya koşullarına uyumlu olarak yenilenen, toplum tarafından benimsenen bir siyaset var olmadıkça, yapılan icraat sadece günü kurtarır.
Siyaset oluşturmayı sadece "Devlet" in belirli organlarının yetki alanına bıraktığınız takdirde, hem devlet ile toplum arasındaki uyumsuzluklar, hem de ülke ile dünya arasındaki kopukluklar artar. Çünkü siyaset ne sadece "Bürokratik" bir davranış olabilir, ne de sadece "Güvenlik" endişelerinden kaynaklanan bir savunma içgüdüsüdür.
"Demokratik Siyaset" bu olguyu çağımızın en gelişmiş, en çok boyutlu alanı haline getirmiştir. Katılımcı ve çoğulcu demokrasi sayesinde, devlet ile toplumun ve dünyanın gerçekleri arasında doğrudan ilişkiler kurulmuştur. Siyaset katı, tartışılmaz, gerçeklerden kopuk ve donuk bir "Pozisyon" olmaktan çıkmıştır.
Demokratik siyasete çağımızda girmekte geciken ülkelerin ne tür krizler yaşadıklarını gördük.
Örneğin Sovyetler Birliği vatandaşları, ülkelerindeki ve dünyadaki değişimi görüyorlardı. Sovyet aydınları ülkelerindeki aksaklıkları seslendirdikleri zaman susturuluyorlardı. Sonuçta herkesin bildiği gerçekler, devletin merkezine ulaşmıyordu. Ve Sovyet Devlet'i uzaya gidecek teknolojiye sahip olmasına rağmen, Kızıl Ordu'dan başka hiçbir kurumunu geliştiremiyordu. Mig-29'ları, Kalaşnikof'ları yapabiliyorlar ama dünya rekabetine bir marka sunamıyorlardı. Sanayideki gelişmişliklerine ve doğal zenginliklerine karşın, halk temel tüketim mallarına ancak karaborsa aracılığıyla veya uzun kuyruklarla ulaşabiliyordu.
Değişimin ve gerçeklerin Sovyet Devleti'nin merkezine ulaşamaması sonunda, bu devletin "Doktriner Siyaset" i ülkenin bütünlüğü ile birlikte çöktü.
Şanslıyız ki Türkiye Cumhuriyeti, çoğulcu demokrasiye erken geçen ülkelerden biri. Bu sayede toplumun beklentileri de, yurt ve dünya gerçekleri de, Devlet'in karar merkezlerine en kısa sürede yansımakta. Her genel seçim bunu hızlandırıyor. Özgür basın, bu yansımayı günlük hale getiriyor.
Ama yine de "Siyaset Oluşturma" konusunda, eskiden kalma alışkanlıklar devletin bazı odaklarında hüküm sürmekte. Bunlar hala demokratik siyasete güvenilmeyeceğini ve kendilerince "Temel " sayılan alanlarda seçilmişlerin değil atanmışların söz sahibi olması gerektiğini düşünüyorlar. Onlara göre sivil siyasetçiler, ancak günlük işleri yürütmekle görevli taşeronlar olabilir.
Bu anlayış, Türkiye'nin çözüm bekleyen sorunlarını bugüne "Kriz Konuları" biçiminde biriktirerek aktardı. Bu anlayışın "Kırmızı Çizgiler "i, ekonomide de, diplomaside de birer birer morarırken, yaşanılan bunalımların çözümü seçilmiş siyasetçilere bırakıldı.
Bugün yaşanılan bunalımlardan çıkmanın tek yolunun "Demokratik siyaset" olduğunu unutmayalım. Ve demokratik siyasetin sağlığının, "Katılım" a bağlı olduğunu hep hatırlayalım.