Görülen o ki "Güneydoğu sorunu" veya "Kürt realitesi" artık "Demokratikleşme süreci" nin dışındaki bir boyutta da ele alınmak durumunda.
Sorunun "Bölücü terör" boyutu da ayrıca yerli yerinde duruyor.
Türkiye'de devletin de, siyasetin de, düşünce üreten merkezlerin de sorunu demokratikleşme sürecinde ele almaları, çok gecikmeli gerçekleşti... Dış konjonktür, bu konuda iç dinamiklerin durgunluğu aşmalarının en önemli etkeni oldu.
Aslında bu "Gecikme" ler ve "Dış konjonktürün etkisi" ile gerçeği kabul etmeler, sadece Güneydoğu sorunu için geçerli değil. Hukukta da, ekonomide de dış konjonktürün ağırlığı, radikal değişikliklerin ana nedeni değil mi? Türkiye'nin çok partili demokrasiye geçme kararı bile, 2'nci Dünya Savaşı sonrası oluşan dünya konjonktürüne uymak için alınmadı mı? Ama her gecikmenin bir bedeli var.
Örneğin merkeziyetçi, korumacı ve devletçi ekonomiden serbest pazara geçmekteki gecikmenin bedelini, hala "Gelişmekte olan ekonomi" konumunda bulunarak ödemiyor muyuz? Geçenlerde 1998'de Nobel Ekonomi Ödülü alan Amartya Sen, The Wall Street'teki makalesinde bu "Gecikme"lere örnek vermek için Güney Kore ile Gana'nın karşılaştırmasını yapmıştı. Buna göre 1960'lı yıllarda Güney Kore ile Gana'nın kişi başına düşen ulusal gelir rakamları aynıyken, şimdi Güney Koreliler, Ganalılardan 15 kat daha zenginmiş. Çünkü Güney Kore'de hükümetler sosyal ve ekonomik reformları yapmakta kararlı davranmışlar, girişimci sınıfı teşvik etmişler, dünyaya açılmışlar, en önemlisi de eğitim reformunu gerçekleştirmişler.
Bangladeşli ekonomistin tezine göre, hiçbir ulusun kültürü, ulusun gelişmemişliğinin veya demokrasiden yoksun olmasının nedeni değildir. Her toplum dünyaya uyum gösterebildiği ölçüde, kendi kültürü içindeki gelişmesine katkıda bulunacak öğeleri bulabilir...
Türkiye'nin "Kürt realitesi" ni kabullenmekte gecikmesinin dramatik sonuçlarını hem bölücü terörde hem de şimdi kentlere yansıyan kalkışmalarda görmüyor muyuz neticede? Tabii asıl mesele, bundan sonra ne yapılması gerektiğine ilişkindir.
Bu noktadan sonra geriye dönmek, demokratikleşme sürecinde geri adım atmak, sorunu sadece "Güvenlik" boyutunda ele almak, herhalde en büyük hata olur. Bu Türkiye'nin dünyadan kopması, içine kapanması ve AB sürecini durdurması anlamına da gelir.
Ama aynı şekilde Türkiye'nin güvenlik güçlerinin kentlerin ve kırsalın asayişini sağlaması, ülke bütünlüğünü tartışılmaz biçimde koruması gereği de var ortada. Bu yapılırken hukuk ve insan hakları kuralları çiğnenmemeli, iç güvenlikle dış ilişkiler arasındaki karşılıklı bağımlılık da mutlaka gözetilmelidir. Bir başka deyişle, şu anda Amerika için Irak'ın içindeki durumun, Türkiye'nin sorunlarından daha öncelikli sorun olduğu bilinmeli ve Kuzey Irak'taki duruma dönük öfkeler, iç ve dış politikanın makro çıkar hesapları ışığında dengelenmelidir.
Büyük devlet adamları ve büyük idareciler, olağanüstü şartlarda ortaya çıkar.
Türkiye'de önümüzdeki dönemde politikacılar için de, askerler için de, bürokratlar için de "Kürt realitesi" ne yaklaşımlar ve çözüm üretimi konusunda "Devlet adamlığı" sınavı var.
Onlar sınavda başarılı olursa, Türkiye'de hepimizin ufku açılacaktır.