Geride kalan Ramazan'da hep aynı tabloya tanık oldum. Belirli bir kesim, özellikle Başbakan Erdoğan'ın da bulunduğu iftar davetlerini hiç kaçırmadılar. Kendi aralarında da en sosyetik mekanlarda iftar sofraları kurup, toplandılar. Hanımları için bu iftarlar en şık kıyafetlerin sergilendiği mekanlar oldu.
Bu hanımların sosyetik umre ve hac gezilerini de izlemedik mi? Ancak bu çevrenin insanları ile oturup sohbet ettiğimiz zaman da, sürekli bir "Şeriat tehlikesi" nden söz ettiklerini ve "AK Parti'nin asıl amacı" nı anlamaya çalıştıklarını duyuyoruz. Aslında bu korku ortamının 1970'li yıllarda da yaşandığını hatırlıyorum.
Aynı çevre, "Bülent Ecevit'in asıl amacı" nı sorgular ve "Komünizm tehlikesi" nden söz ederlerdi.
Dünyadaki gelişmeleri fazla izlemedikleri için, asıl korkulması gerekenin "Sovyet Kızıl Ordu'su" olduğunu pek bilmezlerdi. Bu kesimin işadamlarından bazıları Sovyetler Birliği ile ticaret yaparken, eşleri de hep "Komünizm tehlikesi" nden dem vururlardı.
Onlara göre bir gün, apartmanların alt katlarındaki kapıcılar üst katlara çıkıp "Artık biz bu dairede oturacağız" demeye hazırlanıyorlardı. Şimdi devran döndü.
Aynı çevre bir gün başı örtülülerin gelip başı açık hanımlara "Siz de artık örtünmek zorundasınız" diyecekleri endişesini seslendiriyor.
Bu dönem de bir gün geride kalacak tabii.
Sanki "28 Şubat" 1000 yıl mı sürdü ki? Necmettin Erbakan Başbakan'ken ona davetler verenlerin, daha sonra hep birlikte postmodern darbeciler ve onların atanmış iktidar kadroları ile birlikte "10'uncu Yıl Marşı" söylemelerini nasıl ibretle izlediysek, Türkiye konjonktüründeki güncel dalgalanmaların belirli çevrelere yansımasını yine seyredeceğiz.
Biraz daha yaşlılar, 27 Mayıs 1960 darbesinden bir gün önce Adnan Menderes'e yakınlıklarını "Dün akşam beyefendi ile beraberdim" cümleleri kurarak anlatanların, Milli Birlik Komitesi üyesi subayları ağırlamak için nasıl yarıştıklarını da hatırlar.
Bence Türkiye'de toplumun belirli kesimlerinde görülen bu çarpık görüntünün nedenleri arasında "Bilgisizlik" ve "Bilinçsizlik" yanında "Fırsatçılık" da ön sıralarda yer alıyor.
Bilgisizliğin ana kaynağı içe dönüklüktür. Sadece yerli medyayı ve de ağırlıkla magazin sayfalarını izlemek, insanlarımızı gereksiz ürküntülere ve kişilik zaaflarına yönlendiriyor. Bunu da eksik yapıyorlar. Bütün yaz Ege ve Akdeniz kıyılarını dolduran milyonlarca dekolte giysili kadını unutup, karşılarına çıkan bir başörtülüye takılıveriyorlar.
Uluslararası konjonktüre dün de bugün de hem iç politikası hem de ekonomisi kilitlenmiş Türkiye'de, "Batı" nın onaylamayacağı bir modelin var olabileceğini zannediyorlar. Bu gerçeği Tayyip Erdoğan ve AK Parti kadroları anladı ama bizim "Laikçi Cumhuriyet" söylemlerinin sahipleri anlayamadılar.
Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan başını açsa, sanki iç dinamikler de dış konjonktür de bir anda değişecek onlara göre.
"Fırsatçılık" ise devlet kaynaklarını kullanıp zengin olma dürtüsünden doğmakta.
Bu yüzden kim iktidardaysa onun peşinde koşuyorlar.
Bir iftar davetini "Ben oruç tutmuyorum" diyerek reddetmeyi beceremiyorlar.
Veya başı örtülülere yasaklanan bir davet karşısında, "Burada ayrımcılık var. Ben de gelmiyorum" diyemiyor başı açıklar.
Yani, az gittik uz gittik. Dönüp bakınca ne görelim? Meğer bir arpa boyu yol gitmişiz.