Geçenlerde Las Vegas'taki bir müzayedede Ford Escort GL marka 1975 model açık mavi bir otomobil, 690 bin dolara satıldı.
Bu otomobil 1975'te Ford'un Köln'deki fabrikasında üretilmiş ve sonra 2'nci Paul adı ile Papa olacak Katolik rahibe satılmıştı. Aracın ne otomatik vitesi, ne air conditioning'i, ne de radyosu vardı.
Üretildikten 30 yıl sonra 690 bin dolara satılmasının nedeni, ilk sahibinden ötürü "Kutsal araç"
olarak kabul edilmesiydi. Nitekim satın alan kişi bu aracı müzeye koyup, Katoliklerin ziyaretine açacağını söylemişti.
İnsanların dinsel veya siyasal inançlarından ötürü araç ve gereçleri kutsal ilan etmelerinin ne ilk ne de son örneğidir bu. Ama tabii bu durum paradoksları da içinde taşır.
Örneğin Hıristiyanların peygamberi Hz. İsa'nın zamanında ne elektrik, ne otomobil vardı. Bu yüzden bazı köktenci Protestan mezhepler elektrik de, otomobil de kullanmazlar. ABD'nin yoğunlukla Pennsylvania eyaletinde yaşayan Alman ve Hollanda kökenli "Amish" ler (Veya Menonit'ler) böyle değil midir mesela? Amerikan devleti de tüm ülkede sayıları 300 bine ulaşan bu tarikatın üyelerine bazı özel haklar tanımıştır. Örneğin Amish çocukları yabancı kültürü alıp kendi mezheplerinin kültürüne yabancılaşmasınlar diye, zorunlu eğitimden muaf tutulmuşlar ve 16 yaşına kadar okula gitmemeleri yasal hak olarak onlara tanınmıştır. Müteveffa Papa'nın otomobilini kutsal sayanlara karşı, bazı Hıristiyanlar'ın otomobil kullanmayı inançlarına aykırı kabul etmesi paradoksu, insan toplumlarının her kesiminde görülen bir durum değil midir? Ama benim bugün asıl değinmek istediğim durum, otomobillerin eskidikçe daha değerli olmasına ilişkin. Daha doğrusu bir otomobilin tarihin belirli bir dönüm noktasını ifade etmesine değinmek istiyorum. Çünkü döneminde çok az sayıda üretilip o zamanda da yüksek fiyatla satılan ve şimdi antika olan otomobil markaları var. Örneğin bir Duesenberg, bir Cord, bir Hispano-Suiza bir Silver Phantom sahibi olmak için servet harcamak gerekir.
Bu bayramda Aydın Demirer ve Özgür Aydoğan'ın birlikte yazdıkları "Huzurlarınızda Spor Anadol" kitabını okudum. "Seri olarak üretilen ilk ve tek Türk tasarımı otomobilin öyküsü" nde "Anadol, Böcek ve Çağdaş"ı yeniden hayalimde kullandım (Güncel Yayıncılık).
Vehbi Koç-Bernar Nahum birlikteliğinin ürünü olan Anadol, herhalde benim gibi siz sayın okurlarımızdan bazılarının da sahip oldukları ilk otomobildir. Bu kitapta ayağımızı yerden kesen o otomobilin arkasındaki o kadar çok bilinmeyen durum anlatılmış ki...
Örneğin Bernar Nahum 1938'de Ottaş'ta satıcı (Veya car dealer) olduğunda, o zaman fiyatı 3200 lira olan Buick'lere talep yaratmak için, müşterilerine otomobil kullanmayı da öğretiyor. Böylece 20 tane Buick satabiliyor.
Otomobilde fiberglas kullanımının mümkün olduğunu anlayıp Anadol üretimi için İngiliz Reliant şirketi ile know-how anlaşmasının yapıldığı 1966'da bütün Türkiye'deki otomobil sayısı 91 binmiş. Yılda 23 bin araba satılırmış tüm ülkede. Şimdi ayda 100 bin araba satılıyor.
Reliant şirketinden alınan know-how karşılığında İngilizlere üretilen araç başına 4 sterlin ödenmesi gerekiyormuş. Ama Maliye'ye ve Gümrük'e knowhow'ı anlatmak pek kolay olmamış. Olay yargıya intikal edince, karar yine know-how aleyhinde çıkmış.
Nejat Eczacıbaşı "Gelişmiş ülkelerde know-how, bizde ise know-who önemlidir" derdi hep. Yani "Bilgi "yi değil "Adamını bul "mak önemlidir.
Demek istediğim şu. Kitaplar olmasa beynimizi nasıl doldurabiliriz? Anadol'un serüvenini anlatan bu kitap bayram günüme sayısız bilgi kattı.