Dış dünyayı eleştirmek, Türkiye söz konusu olduğu zaman özellikle bazı Avrupa ülkelerinin sergilediği çifte standartlı tutumları yermek elbet gereklidir.
Ama aynı eleştirileri kendimiz için de yapar ve Türkiye'de çok sık rastlanan çifte standartlı tutumları da aynı ölçüde gündeme getirebilirsek, "Uyum" dan öteye "Tutarlılık" meselesinde de çözüme yaklaşabiliriz.
Avrupa ülkelerinin zayıflıklarını biz de biliyoruz, kendileri de çok iyi biliyor. Şu anda Fransız kentlerini yağmaya ve vandallığa boğan olayların sorumlusu aranırken, en önde gelen Fransızlar "Biz nerede yanlış yaptık" sorusunu da, en ağır özeleştirilerle seslendirmekteler.
Fehriye Erdal'ı yargılamayan Belçika adaletini biz tabii ki eleştiriyoruz.
Ama Belçikalılar kendi adaletlerine ve yargılarına karşı, bizlerden daha tepkili.
Örneğin çocuklara tecavüz eden, onları öldüren Marc Dutroux'nun arkasındaki ilişkiler yumağının açığa çıkmadığı ve benzer pedofili vakalarında polisin işi örtbas ettiği kuşkusunu Belçikalılar da seslendiriyor. Yapılan anketlerde Belçikalıların yüzde 70'inin mahkumiyete rağmen Dutroux Davası'nda yargıya güvenmediği açığa çıkmamış mıydı geçen yıl? Şimdi bu dosyanın yeniden açılması ihtimali konuşulmakta.
Böyle sayısız örnek verebiliriz Avrupa'dan.
Ama önemli olan bizim kendimize ait olan ve kendimizin eleştirmemiz, düzeltmemiz gereken yanlışları da bilmemizdir..
Yargıtay Onursal Başkanı Doç Dr. Sami Selçuk'un düşünceleri ifade özgürlüğü üzerinde yaptığı karşılaştırmalı bir çalışmasından kısa alıntılar yaparak ne demek istediğimi anlatayım:
- Amerika'da çevrilen "Kökler" filminde siyahlar, beyazları doyasıya aşağılamışlar, boşalmışlardır. Ama, eleştiri ve hoşgörü bilinci filmin yasaklanmasını önlemiştir. Buna karşılık, aynı dönemlerde, 1970'ler Türkiyesinde TRT'de oynanan "Fadik Kız" filmi bir meslek grubunun isteğiyle gösterimden kaldırılmıştır.
- B. Shaw, "Burası İngiltere mi tırmarhane mi?", "İngiliz kibarları zenginliğin kutsandığı tapınak ve bakirelerin satıldıkları bir pazardır", "İngilizler, şaşkın, kibirli, budala bir ulustur", "bu ülkede başbakan olmaktansa köpek olmayı yeğlerim"; Sartre, "Cezayir'i önce işgal ettik. Sonra da iki yüzlü bir sırıtkanlıkla adını değiştirdik, Fransız Cezayir'i dedik" derken, ne İngilizler ne de Fransızlar uluslarını, Fransızlığı, İngilizliği aşağıladı diye bu yazarlarını cezaevlerine sokmayı düşünmüşlerdir.
- Yazar Averçenko, "Devrimin Sırtına Saplanan On İki Bıçak" adlı yapıtında Lenin'le alay etmiş ve ona sövmüştür. Buna karşılık Lenin şunları yazabilmiştir: "Son kertesine varmış bir nefretin, bu ustaca yazılmış kitaba nasıl yer yer gerçekten güçlü, yer yer de gerçekten zayıf bölümler getirdiğini görmek ilginç oluyor. Bence kitaptaki anlatımlar yeniden yayımlanmaya değer. Yetenekli insanlara cesaret vermeliyiz". Zor kullanarak devrim yapan bir kişinin bu hoşgörüsü, kuşkusuz Stalin döneminin kanlı sayfalarıyla kıyaslanamaz.
Japon Tarihçisi Saburo İenega, "Japon Tarihi" adlı yapıtında Japon ordusunun Çin'de, Singapur'da ikinci dünya savaşı sırasında kimyasal silah kullanarak suç işlediğini yazmış, devlet yönetimi kitabın okullarda okutulmasını yasaklamıştı. Ancak Japon Yüksek Mahkemesi, bilimsel/tarihsel gerçeklerin yasaklanamayacağına karar vererek yönetimin işlemini iptal etmiştir.
Hırant Dink'i ve Orhan Pamuk'u yargılar ve medyatik linçe konu ederken, şimdi yücelttiğimiz Nazım Hikmet'in serüvenini hatırlamalıyız. Bu arada "Lenin kadar anlayışlı olabilir miyiz" diye de kendimize sormalıyız.