Şafakta yola çıkmanın güzelliği başkadır...
Hem yazılarımda hem de hikâyelerimde ne çok söz etmişimdir bundan.
Ama Darıca ile Topçular arasında işleyen arabalı vapurların tadını çıkarmak için günün iyice ışıması gerekiyormuş! (Feribot da neymiş, hiç anlamam! O gemilerin adı benim için hep "arabalı vapur" kalacak!) Bu kez saat sekiz sularıydı. Elimde simitle güverteye çıktığımda martıların birden havada dans etmeye başlamaları öylesine göz alıcıydı ki...
Resmigeçit uçuşu yapan bir uçak filosu gibi art arda dizilip simit parçasına doğru pike yapmalarına bayıldım.
Kadıköy-Karaköy vapurlarında geçen martılı, simitli, çaylı üniversite yıllarımı hatırladım ama nostaljik konulara hiç dalmayayım şimdi.
***
Sonra
Susurluk'ta kahve molası verdim.
Tabii durur muyum, mağazalara bakmayı da ihmal etmedim; o arada bir
Hummel şort edindim.
Tatlı dilli satış görevlileriyle sohbet ettim.
Yol beni bekliyordu ama oturup yazı yazmam gerekiyordu.
Bilgisayarımı açtım. Ve işte o sırada
kendimi pek de iyi hissetmediğimi fark ettim.
Günün gazetelerine baktım. Yazıları, haberleri okumaya çalıştım. Fakat. Olmuyor.
Beni yol paklar, iyileştirir, kendime getirir... deyip tekrar gaza bastım.
***Şimdi Akhisar'dayım.
Çok uzun yıllardır İzmir, Çeşme, Bodrum gidişlerimde
"gümrük" adını verdiğim lezzet durağım
Ramiz'de dostlar sofrasındayım.
Toparladım biraz.
Keyfim yerine geldi ama klavyenin tuşlarına basan parmaklarımla zihnim arasında uyum sağlamayı pek beceremiyorum.
Haftasonu geldi diye yine yolların çekiciliğine kapıldım ya...
Belli ki bedenim
İstanbul'da her gün ayrı telden çalan havalardan etkilenmemeyi başaramamış!
Ben en iyisi varacağım yere varıp kafamı vurup yatayım.
Lütfen beni bağışlayın.
Yarın
"Pazar notları"nda buluşuruz sevgili okurlar.