Tuğba Erbil'in Louis Vuitton marka 25 güneş gözlüğüne sahip olması magazin basınına dert oldu.
Ya içlerindeki kuytuda kendi Tuğba Erbil'lerini saklayan ve "hali vakti yerinde bir koca" bekleyen genç kızlara ne demeli!
Bakıyorum, en başta onlar gözlük haberlerine bakıp "Ayyy, ne görgüsüzlük" çığlıkları atıyor.
Hep böyledir zaten!
Birçok erkek Şahan Gökbakar veya Cem Yılmaz gibi pahalı arabalara sahip olmanın düşünü kurar! Fakat Şahan kapısının önüne aynı anda bir Audi Q7, iki ayrı model Porsche ve bir mini Cooper park etti mi, hepsi kalkıp burun kıvırır!
***
Neden peki? Üretimden kopuk zenginliğin her çağda rastlanabilir bir örneği mi bu hal?
Bir kere şu kesin: Tanıdık ve basit bir
açgözlülük değil karşımızdaki. Çünkü ortada
"açlık" yok! Somut bir
ihtiyaç duygusu olduğu da söylenemez. İhtiyaç varsa bile, bir sivilceyi sürekli kaşıma dürtüsüne benzer bir ihtiyaç!
Efendim, "bu lüksün ta kendisiymiş, lüks kavramı zaten bu temelde yükselirmiş, böyle davranmanın nesi tuhafmış!"
Hayır!
Lüks eşya doğrudan ihtiyaca göre şekillenmez fakat
"en yüksek farklılığı elde etme" arzusunu doyurmaya yöneliktir.
Oysa
hiçbir koleksiyon özelliği bulunmayan son model beş pahalı arabayı kaldırıma dizmek bana lüksü anlatmıyor!
Birbirinin neredeyse aynı 25 Vuitton gözlüğe sahip olmak da, öyle!
***
Dikkatle bakın, göreceksiniz ki..
Durup dinlenmek bilmeyen ve
"doymak" la bağını koparmış bir arzu akışı bu...
Biriktirme şehveti...
Eşyaları, paraları, sayıları...
İnsanları bile, dostlukları, hatta anıları biriktirme şehveti...
Bazıları diyor ki, "E ne zararı var canım? Parası varmış almış!"
Öyle mi gerçekten?
Artık orta sınıfların global rüyası haline gelen
"hep daha fazlası"na sahip olma isteği ve yarışı küçümsenecek şey mi?
Burada kilit kavram
adalet!
2007'de kaybettiğimiz etik felsefesinin ustalarından
Robert C. Solomon yeni tip açgözlülüğün insanın gündelik hayattaki
adalet duygusunu kurt gibi kemirdiğini iddia ediyordu.
Ve şöyle devam ediyordu: "Zalim ya da kalpsiz değiliz, yalan söylemiyor, hırsızlık yapmıyoruz fakat
bu tüketim şehveti bizleri öyle oyalıyor ki, başka insanları anlama yetimizi yıpratıyor; kıskançlık ve haset duygularımız artarken cömertlik ve merhamete dönüp bakamıyoruz bile..."
Ne dersiniz? Bu konu üzerinde biraz daha dursak mı?