Dünya yıkılsa, deprem olsa, savaş çıksa bile...
Hayat bütün harala gürelesiyle devam ediyor.
İnsan da dönüp dolaşıp sonunda yine kendi dünyasına kapanıyor. Modern toplumlar en büyük acıları bile marjinalize edebiliyorlar.
O yüzden "adalar, modalar" muhabbeti içinde yaşayıp gidiyoruz.
Doğrusu, ben de daha çok insana ait mikro kozmosu kurcalayan yazarlardanım.
O mikro kozmos ki, hiç hafife almamalı!
İş, aş, ev, aşk, meşk evrenimizde mutsuzsak, zorbaysak, yalancıysak ve kendimizden bile saklamaya çalışıyorsak bu gerçeği, siyasetin yalanlarına ve suskunluklarına nasıl şaşırabiliriz?
Ama ne yazarsak yazalım...
Bir çocuğun ölürken kopardığı çığlık karşısında bütün sözcükler anlamını yitiriyor.
Diyarbakır, Lice'nin bir köyünde evlerinden iki adım mesafede oynarken havan mermisiyle paramparça olan Ceylan'ın fotoğrafına bakıyorum iki gündür.
Minicik kızının dağılan parçalarını eteklerinde evlerine taşımak zorunda kalan annenin feryatları aklıma geliyor.
Ne günahları vardı?
Devlet uzak, medya suskun! Taraf yazmasa, "bu taraflardan" kimsenin bu olaydan haberi olmayacaktı!
Siyasi, tarihi, resmi olan ne varsa hepsi bir kenara...
Ankara'nın önünde çok açık ve alabildiğine yalın bir soru var aslında..
Güneydoğu'da böyle gelmiş, böyle gidecek mi? Öteki Ceylanlar da ölecek mi, yoksa artık hayat mı kazanacak oralarda?