Ekim ayıydı... Sadece hava harekâtıyla PKK'ya ciddi bir zarar verilemeyeceğini... Eğer "askeri bir başarı" aranıyorsa, mutlaka kara harekâtı yapılması gerektiğini savunmuştum.
Genelkurmay'ın kamuoyuna sunduğu hava harekâtı görüntülerinin, gergin kitleleri yatıştırmaktan başka bir anlamı bulunmuyordu.
Üç yüze yakın hedefi vurdukları için övünüyorlardı. Halbuki askeri değeri olmayan, birkaç barakayı berhava etmenin bir getirisi yoktu.
O halde mağaralara kadar gitmek ve asıl operasyonu orada yapmak gerekiyordu.
Osman Öcalan, "Türkiye'deki mağaralar" ile "Kuzey Irak'taki mağaraların" farklı işlev ve yapıları olduğunu söylüyor:
* Türkiye'dekiler esas olarak kazma kürek kullanılarak yakın dönemde yapılmış mağaralar... Eylem öncesinde ve sonrasında; hazırlık yapmak, saklanmak, dinlenmek için kullanılıyor. Şırnak'taki yedi katlı mağara ise farklı: O çok eskiden beri kullanılan, "tarihi" bir mağara.
* Kuzey Irak'takiler ise doğal yapılar. 500 kişi alabilen, labirent gibi, korunaklı, kamuflajlı mağaralar. O mağaraların üstünde 100 metre toprak ve kaya var. Uçaklardan atılan bombalar etkili olmuyor.
Bu bir "kurtarılmış bölge" çalışmasıydı. Türkiye sınırları içinde "devlet benzeri" bir yapılanma oluşturuluyordu.
Buna izin veren askerler hakkında derhal soruşturma açılması ve "o kampların kuruluşundan beri görev yapan tüm genelkurmay başkanları ve kara kuvvetleri komutanlarının yargılanması" gerektiğini söylemiştim.
O dönemde, yani konunun tartışıldığı ekim ayında meselenin bu kadar kapsamlı olduğu bilinmiyordu.
Sürmekte olan operasyonlar, olayın ciddiyetini ortaya koydu: "Kandilcik" denilen 55 kadar PKK mağarası bulunup yok edildi. Kim bilir daha kaç tane var?
Adamlar Türkiye sınırları içinde sürüyle mağara kuruyor... Bu mağaraların çoğunu kazma kürek kullanarak yapıyor... Asıl görevi Türkiye'yi savunmak olanlar ise Ankara'da siyasetçilik oynuyor.
Derken tablo değişiyor... Hükümetle uyumlu biçimde çalışan bir GK Başkanı geliyor... Ve PKK'nın Türkiye'de eylem yapabilmesi için gerekli olan sürüyle mağara ortaya çıkarılıyor.
Bu tuhaflığın hesabını sormak gerekmez mi?