Eski resimlere dikkatle bakınca İstanbul'un çamurlu sokaklarında çöp yığınları, ağızlarından salyalar akan köpekler, yalınayak çocuklar, kılıksız perişan insanlar, kağnılar, develer, üstünde sinekler uçuşan yiyecek dükkânları görürsünüz. 'Eski İstanbul' deyince hep İçerenköy köşkleri, Boğaz'daki yalılar, Adalar'daki konaklar anlatılıyor. (Akşam, 13 Kasım)
***
Yukarıdaki sözler İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Şakir Eczacıbaşı'na ait.
Eczacıbaşı, benzeri saptamaları geçen hafta gerçekleşen "İstanbul'da Yaşam Kültürü" başlıklı sempozyumdaki açılış konuşmasında da yapmıştı.
Şakir Bey'in altını çizdiği noktalardan biri de, İstanbul'un çevresindeki ormanlardı. Ağaçlar sobada yakmak için kesilmiş, Boğaz çevresindeki bütün tepeler kelleşmişti.
***
Sadece İstanbul'un eski hali hakkında değil, siyasetten spora başka konularda da biz geçmişimizi doğru dürüst kavrayamıyoruz. Ya "eskiden iyiydi" diyerek bugünü kötülüyoruz ya da tersine "eskiden berbattı" diyerek günümüzü yüceltiyoruz.
Size 40 yıl önceki İstanbul hakkında son derece hoş şeyler anlatabilirim: Mesela dutları, cevizleri, incirleri ağacından toplayıp yerdik... Mesela belediye otobüsünün şoförleri yolcuları neredeyse adıyla sanıyla tanırdı...
Tamam ama domatesi sadece yaz aylarında yiyebilen, kırık dökük otobüsü kaçırdık mı 40-50 dakika beklemek zorunda kalanlar da yine bizdik.
***
Nostaljisi yapılan konulardan biri de eski futbolculardır. Lefter ya da Metin Oktay dendi mi, akan sular durur. Halbuki eskiden futbol o kadar yavaş oynanıyordu ki bugünle kıyaslandığında ağır çekim sayılır.
Rizespor-Galatasaray maçındaki çamura batmış saha yüzünden demediğimizi bırakmıyoruz. Haklı mıyız? Elbette. Ama eskiden tüm sahalar o haldeydi. Sahalarımız modernleşiyor, futbolcularımız hızlanıyor. Yeterli mi? Tabii ki değil. Ancak bugünü eleştirmek, daha iyi olmaya çalışmak başka, eskiyi yücelterek hayallere saplanmak başka...
***
"Serinkanlı karşılaştırma" tavrını başka alanlarda da göstermeliyiz.
Geçen gün Cumhurbaşkanı Sezer'in "Atatürk bize demokrasiyi armağan etmişti" demesini eleştirdim. Olmayan bir şey nasıl armağan edilir ya da miras bırakılır? Atatürk döneminde demokrasinin olmaması "ayıp" değil ki! Dönemin şartları öyleymiş... Siyasi tercihler o yönde yapılmış... Geçmişi değiştirecek halimiz yok. Olmuş, bitmiş. Peki ama bugün geçmiş hakkında konuşurken niye uydurmacaya ihtiyaç duyuyoruz? Niye hayali bir tarih kurguluyoruz?
1930'lu yılları 'Altın Çağ' olarak görüp "Ah nerede o günler" diye nostalji yapanlar var. Gerçekten o günlere dönmek istiyorlar mı? Nüfusunun yüzde 80'i köylülerden oluşan... Muhalefetin polisiye tedbirlerle susturulduğu... Ekonomisi gayet zayıf, düpedüz fakir bir toplumduk o zamanlar.
Yine öyle mi olalım?
Aradan geçen yıllarda elde ettiğimiz kazanımları terk etmeye hazır mısınız?
Geçmişin olumlu yanlarını öne çıkarıp kötü yanlarını sumen altı ederek 'bugün' eleştirilmez. 'Nostalji' elbette tatlı bir duygudur ama aynı zamanda tutucudur. Hatta bazen gerici bile olabilir.
"Eskiden şu iyiydi" diyenlere, o bayıldıkları geçmişten sürüyle "kötü" örnek verilebilir.
O halde 'şimdi'nin eleştirisi geçmişle değil, gelecekle yapılmalı. Daha iyi ekonomi, daha fazla demokrasi, daha zengin bir kültürel ortam vs. talep etmeliyiz.
İlerleme nostaljiyle olmaz. Bir toplum geçmişiyle değil, geleceğiyle övünebilirse gelişir.