Yıllardır görmediğim işkadını bir arkadaşım geçen gün çıkageldi. Birçok tarakta bezi vardır. Bunlardan biri, kabaca söylersek ABD kökenli bir 'leasing' (finansal kiralama) şirketi. Fransa'dan ve yine ABD'den başka şirketlerle de ilişkisi var.
Arkadaşımın anlattıklarından Türkiye'nin durumuyla ilgili üç noktayı not ettim:
1) "Devletle iş yapmak çıldırtıyor. En düşük fiyatı veriyoruz ama ne oluyorsa oluyor, araya birileri giriyor, daha yüksek fiyat veren firma tercih ediliyor."
2) "Ülkemi seviyorum. Burada iş yapmak istiyorum. Ancak kazık yemekten korkuyorum. ABD'de ve Fransa'da ise çekinmeden işime bakıyorum."
3) "Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye iyiye gidiyor. Kıpırdanma var. Avrupa Birliği süreci büyük atılım yapmamızı sağlayacak."
Yukarıdaki noktaları 'kendi dilime' çevirdiğimde şöyle bir manzara ortaya çıkıyor:
Güdümlü ekonomi henüz devam ediyor. Devletin eli hâlâ ekonominin içinde. Bu da siyasetçilerin ve bürokratların, ekonomik kararlara müdahale etmesi anlamına geliyor. 'Özelleştirmeler' rasyonel kararlar almak yerine kendi çıkarına göre hareket eden bu kesimin 'avantasını' kesecek. Bu yüzden şimdi bağırıp çağırıyorlar.
Siyasetçiler ve bürokratlar böyle de, işadamları sanki çok mu iyi? Değil! Çünkü iş yapma gelenekleri ve ilkeleri oturamadı. Durum, yurtdışında aracını kurallara uygun kullanan Türkler'in, ülkeye dönünce trafik canavarı kesilmesine benziyor. Yabancıları ya da acemileri aldatmayı zekâ belirtisi sanıyorlar. Halbuki yaptıkları bindikleri dalı kesmekten ibaret.
Ve son nokta: AB'nin ve küreselleşmenin etkisiyle bu verimsiz ve pis yapı hızla değişiyor. Şu anda söz konusu dönüşümün sancılarını çekiyoruz.
Çıkarları zedelenenler istedikleri kadar özelleştirmeye ve yabancı sermayeye karşı çıksın, neticede ekonomik akıl üstün gelecek.
O zaman da her şey güllük gülistanlık olmayacak elbet. Yeni sorunlar baş gösterecek. Tabii gün gelecek onları da tartışacağız. Ama önce şu atıl ve mantık dışı düzenden bir kurtulalım!