Önce iki anımı anlatayım... Sonra asıl konuya gireriz.
Bir iş gezisi için İstanbul'a gelen yabancı arkadaşım 'geleneksel' yemeklerimizi merak ettiğini söylemişti. Onu Nişantaşı'ndaki Hünkâr lokantasına götürmüştüm. ABD'ye döndükten sonra, "Olağanüstüydü, tadı hâlâ damağımda" diye eposta gönderdi.
Üç dört yıl önce mavi yolculuğa çıkmıştık. Sohbet esnasında kaptan bir kitapçık gösterdi. Kitapçıkta turistlere nasıl davranmaları gerektiği yazılıydı. Maddelerden biri ilginçti: "Asla plastik sandalyeleri olan yerlere (kahve, lokanta) götürmeyin. Ahşap sandalyeli, hatta biraz salaş yerleri tercih edin."
Şimdi de iki karşıt örnek...
Geçen gün değinmiştim: Uluslararası İstanbul Caz Festivali için kente gelen Elvis Costello, balık yemek istemiş, Türk dostları adamcağızı
Asmalımescid'e götürmüş.
Benzeri bir olay Tori Amos'un da 'başına gelmiş'. Kadıncağız Türk yemeklerini merak etmiş, onu da Beyoğlu'ndaki Hacıbaba'ya götürmüşler! Costello'yu bilmiyorum ama neyse ki Amos memnun kalmış.
Şimdi asıl noktaya gelelim...
'Her şey dahil'e yazılan ya da bütün gün bira içen, geceleri ikinci sınıf barlarda tepinen, deniz-kum-güneş turistlerini bir kalem geçiyorum. Konumuz cebinde parası olan, ilgili turistler...
Arkadaşlar! Böyle turistler (ya da yabancı dostlar) 'turistik' yere götürülmez. Onlar bizim 'gerçek' yaşantımızı keşfetmek ister. Turist için 'tasarlanmış', duvarlarında kilimler asılı, başında fesle ut dımbırdatan müzisyenlerin çaldığı 'kitsch' mekânlar onları kesmez.
Peki ne yapmalı? Bunun güzel bir örneğini Garanti Anadolu Sohbetleri için Van'a gelen, 'Küçük Oteller Kitabı'nın yazarı Sevan Nişanyan vermişti. Özetle şöyle:
"Bu iş otel dikerek olmaz. Mesela asfaltı dahi bulunmayan, yoksul bir köyü, özelliklerini bozmadan pansiyon haline getirebilirsiniz. Köylüler gündelik hayatlarını devam ettirirler; tarlada çalışır, süt sağar, tandırda ekmek pişirirler. Turistler de onlara katılır. Sonra adamları tarihi eserlerin bulunduğu yerlere götürebilirsiniz. Batı böyle bir hafta geçirmek için binlerce doları gözden çıkaracak, 'konfor' değil 'ilkellik' arayan insanlarla dolu."
Bunlar 'teorik' laflar değil. Sevan ve Müjde Nişanyan, 'gerçek otantiklik' uygulamasını bin bir zahmetle Selçuk'taki Şirince köyünde gerçekleştirdi. Neticede Şirince müthiş bir ilgi odağı haline geldi.
Velhasıl Türkiye'nin olağanüstü potansiyelinden yararlanmak için kitle turizmi kavramının ötesine geçmemiz gerekiyor. Yüksek kâr asıl orada!