Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor.
Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.
Öte taraftan, Kürt hareketi iki seneyi doldurmak üzere olan süreçte paralel bir gündemi de yedeğinde tutmayı başardı. Siyaset yapma marjı içinde bu durumun hiç bir sakıncası olmasa da genellikle PKK'nın asayiş sorunları yaratan çıkışları altında ezilen HDP'nin zaman zaman toplumsal gerçekliği siyasete tahvil etmekte zorlandığı gözlemlendi. Aslında, Kürt meselesini silahın gölgesinden arındırma, Kürtlerin cumhuriyetin kurulumundan bu yana rejim düşmanı ilan edilerek siyaseten paralize edilmeleri parantezinin kapatılması için iyi bir imkan. Yani, silahı devre dışı bırakarak toplumun her kesimine eşitliği, yönetime katılımı ve ülkenin geleceğinde söz sahibi olmayı öngüren Çözüm Süreci, Kürt siyasal hareketi üzerinden Kürtleri demokratikleşme sürecine dahil eden fiili bir durum yarattı. Bu süreç, Kürt hareketi kendisini dönüştürebildiği ölçüde Türkiye'nin demokratikleşmesini de güçlendireceği tezine dayanıyordu. Son bir yılın temel siyasi gelişmelerinde aldığı pozisyon ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde sergilediği performans ile siyasetsizliği marifet sayan ittifaktan ayrışan bu hareket, bir çok konuda ise kendi iç dinamiklerine hapsolmaktan kurtulamadı. Hafta sonu yapılan DTK toplantısında Aysel Tuğluk'un Kürt siyasal hareketi içerisinde demokrasi sorunu olduğunu açıklıkla dillendirmesi bu sorunun en naif şekilde ifade edilişi olarak kayıtlara geçti.
Bu doğrultuda, HDP iç koşullarını sürece uydurmak için daha fazla çaba göstermeli. 'Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun'un pratiğe nasıl yansıyacağı üzerine yapılacak bir dizi tartışma bu fırsatın kalıcı bir barışa dönüştürülmesi için önemli bir potansiyeli ortaya çıkaracaktır. Kısacası, Çözüm Süreci'ni demokrasinin en önemli motoru haline getirmek sadece hükümetin değil Kürt siyasal hareketinin de birincil görevi olduğu zaman başarıya ulaşacaktır.
Öte taraftan, HDP son zamanlarda bölgesel ölçekte Çözüm Süreci'nin getirdiği olumlu havanın içine bomba gibi düşen IŞİD özelinde Suriye ve Irak'taki gelişmelerin içine Çözüm Süreci'ni tehlikeye atacak bir şekilde çekilmektedir. Bölgede yaşanan trajediye kimsenin kayıtsız kalması beklenemez ama Kürt siyasal hareketi bölgenin ateşini söndürecek asıl dinamiğin Çözüm Süreci'nden geçtiğine dair bir ikna sorunu yaşamaktadır. IŞİD'e karşı verilen mücadelenin siyasal süzgeçten geçirilip Çözüm Süreci'ne gündem maddesi olarak ekleme girişimleri, yakalanan tarihi fırsatı akim bırakabilecek bir tehlikeyi de içeriyor. Oysa ki, Çözüm Süreci ile birlikte Kürt kimliğinin ülkenin kurucu bir gerçekliği haline gelmesi için engeller ortadan kalkarken, ülke sınırları dışında kalan Kürtlere kayıtsızlık ve hatta düşmanlık iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Şiarı toplumsal bütünleşme olan ve bütün iç dinamikleriyle barışmış bir Türkiye tahayyülüne dayanan bir sürecin Türkiye dışında kalan Kürtlere eski paradigma ile yaklaşmayacağı aşikardır.