Türkiye, küresel bir güç olmak adına derin ve sancılı bir süreçten geçiyor.
Son yıllarda yaşanan sosyo-ekonomik dönüşüm sistem, kurum ve kişileri de değişmeye zorluyor.
Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu süreçte belirleyici bir etken olacak. Bu doğrultuda, 'Değişime Mukavemet' ve 'Yeni Türkiye'nin oylanacağı seçimde üçüncü bir yol-dinamik olarak ortaya çıkan HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş bu değişimin neresinde yer almaktadır? Soruyu biraz daha daraltırsak, yüzde on bandına ulaştığı takdirde seçim zaferi ilan edecek olan Demirtaş'ın değişen Türkiye'de kendisine biçtiği rol nedir?
Demirtaş'ın adaylığına yüklenen anlamı kısa ve uzun vade olarak ayırmak mümkün. Kısa vadeli hedefler, Kürt hareketinin Türkiyelileşme olarak da bilinen yeni siyaset arayışını ete kemiğe büründürme ve Erdoğan'ın ilk turda seçimi kazanmasını engelleme üzerinden bir güç devşirme olarak tasvir edilebilir. Uzun vadeli hedef ise Türkiye'deki kronik muhalefet açığını kapatmak için CHP dışında ya da CHP ile beraber alternatif yapıcı bir muhalefet oluşturmak.
Bunların dışında, Demirtaş kampanyasının BDP kimliğinin ağır bastığı Doğu illerinde "Demirtaş'a verilecek her oyun Kürt kimliğine verilecek oy" olduğu propogandası ile BDP'nin kendi oyunu koruması ve AK Parti'den olabildiğince oy çalmaya yönelik bir strateji olarak okumak mümkün. Doğu illerinde yürütülen kampanya hem yöntem hem de içerik açısından BDP'nin eski seçim kampanyaları ile örtüşüyor, yani doğal mecrasında seyrediyor.
Farklı ve yapay olan ise iki dönemdir mecliste olan, Çözüm Süreci kapsamında İmralı-Kandil arası mekik dokuyan, en önemlisi de Türkiye yakın tarihinde yaşanan en önemli iki kırılma noktası olan Gezi eylemleri ve 17 Aralık girişiminde siyaseti önceleyen bir tutum takınan Selahattin Demirtaş'ın Batı'da Türklere yönelik seçim stratejisidir.
Demirtaş'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı elbette ki devlet, toplum ve siyaset üçgeninin normalleşmesi adına bir kazanımdır.
Fakat açıkladığı tutum belgesinin ortaya koyduğu seçim kampanyasını "esaslı bir siyaset" olarak sunanlar, kağıt üzerinde yaptıkları hesapların ve düşsel akıl yürütmelerinin bir sonucu olarak toplumsal gerçekliği ıskalıyorlar. Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı adaylığı kesinleşmeden önce yaptığı bir açıklamada, "sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden yapılan siyasetin muhalefeti de daraltan bir yaklaşım" olduğunu belirtmiş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP'nin MHP ile birlikte 'çatı' adayı olarak belirlediği adaya destek vermelerinin mümkün olmadığını ifade etmişti. Bu hafta açıkladığı tutum belgesi ve seçim stratejisinin söylemi, sloganları, seçim şarkıları ve afişleri bu açıklamanın çok uzağında.
Kuru Erdoğan karşıtlığını her fırsatta eleştiren Demirtaş'ın kampanyasında, Başbakan'ın kişiliğini hedef tahtasına oturtan Gezi eylemleri ve 17 Aralık vasıtasıyla tedavüle sokulan bütün kavramları bulmak mümkün. Sadece sloganlar bile kampanyanın kurucu bir dilden çok, tepkisel muhtevasını ortaya koyuyor. Ayrıca, Demirtaş katıldığı her platformda kendisine ne şekilde yöneltilirse yöneltilsin "Erdoğan'a kesinlikle oy yok değil mi?" tonundaki ikinci tur sorularının hiç birisinde soru sahiplerini hayal kırıklığına uğratmadı.
Bu saatten sonra siyaseten Demirtaş'tan "Erdoğan lehine yarıştan çekiliyorum" demesini beklemenin bir rasyonelitesi bulunmuyor.
Fakat aynı şekilde, 'Kürt' diyemeyen CHP ile 'Kürt'ün varlığını inkar eden MHP'nin ortak adayının Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasını Çözüm Süreci için bir tehdit olarak görmemenin ve CHP ile pazarlık arzularının açıktan dillendirilmesinin de rasyonellikle açıklanacak bir tarafı bulunmuyor. Bu noktada rasyonellik değil tarafgirlik devreye giriyor.
Son kertede, Demirtaş 30 Mart'ta sahici bir toplumsal tabanı olmadığı kanıtlanan Gezi'ye sürekli atıf yapan ve Erdoğan muhaliflerinin hoşuna gidecek söylemleri dillendirmekten çekinmeyen bir profil çiziyor.
Her defasında, MHP'yi kendisine daha yakın bulan CHP ile seçim öncesi pazarlığını saklamamasının siyaseten bir maliyet üretmediğini düşünen Demirtaş, AK Parti'yi ise topyekûn mücadele edilmesi gereken bir odak olarak görüyor. Yaslandığı toplumsal tabanda hiç bir karşılığı olmayan bütün bu söylemin adı da siyaset oluyor!