Çarşamba günü Baas rejiminin kalbinde patlayan bombanın pimi aylar önce Dera'da katliam yapan Esad yönetimi tarafından çekildi. İsyan bombası, pimi çekilmiş halde 17 ay boyunca, Rusya ve İran'ın verdiği destek marifetiyle kanlı bir seyahatle Şam'a, Baas'ın güvenlik toplantısına kadar ulaştı. Tam olarak kimlerin katıldığını bilmediğimiz bir toplantıda bir bombanın patlatıldığını biliyoruz. Dünya, aylardır varlıklarını veya yokluklarını teyit edemediğimiz Baas çetesinin en dar halkasından isimlerin öldürüldüğünü, rejime yakın yayın organlarından adeta iştahlı bir hızla öğrenmiş oldu. Bu kafa karıştıran hızın zihnimizde bıraktığı soruları unutmadan, önümüzdeki günlerde eyleme dair şaşırtıcı gelişmeler olma ihtimalini de aklımızdan çıkarmadan Şam'daki eylemin sonuçları üzerinde durmalıyız.
Evet, bomba Şam'da patlamıştır ama şarapnelleri yüzlerce ve binlerce kilometrelik uzaklıktaki hedefleri de ciddi şekilde yaralamıştır. Suriyeli mazlum insanların kanları üzerinden ucuza vekâlet savaşı verdiğini düşünenler ağır zayiat vermişlerdir. Suriye isyanı da, Baas rejimi de yeni bir safhaya geçmiş durumdalar. Suriye isyanı Tunus ruhuyla başlayan Libya süreciyle devam etmek zorunda kalan bir dalgaya dönüştü. Esad, kendisine açılan ve hiç bir diktatörün hak etmeyeceği bir krediyi heba etmiş oldu. Benzer şekilde Rusya, yeni Ortadoğu'yu ıskalayarak, bir kez daha sıcak denizlere inememiş oldu.
Esad'sız Suriye
Artık Baas rejimi açısından Yemen, Annan, Cenevre veya BM planlarının bir anlamı kalmamıştır. Bundan sonra göreceğimiz süreç iki başlı yürüyecektir. Çarşamba günü öldürülen eli kanlı aktörlerin ardından Suriye, Baas rejiminden kopmuştur. Yani bundan sonra Suriye'yi ayrı, Baas rejimini ayrı konuşma imkânı oluşmuştur. Bu aşamadan sonra, Suriye için bir BM planını veya Cenevre mutabakatını konuşmak mümkün iken, Baas rejimi için artık kimsenin önereceği bir model olduğunu zannetmiyorum. Olsa olsa Bin Ali veya Kaddafi modeli hayata geçebilir. Yani Esad ya başka bir ülkeye kaçar ya da ülke içinde biraz Saddam, biraz Kaddafi tarzı bir süreç yaşar. Esad'ı kabul edecek ülkenin büyük ölçüde yeni Suriye'yi ve Ortadoğu'nun yeni aktörlerini gözden çıkarması gerekecek. İşte Rus-İran müthiş derin jeopolitik yatırımının sonucu budur!
Aslında geldiğimiz nokta itibariyle Baas rejimine verilen desteğin de bir anlamı kalmamış bulunuyor. Tartus üssü üzerinden abartılı Rusya analizleri de Şam'daki bombalamayla beraber tarih olmuştur. Rusya şimdi Esad'la beraber inşa ettiği bataklıktan nasıl çıkacağını Esad'ın geleceğinin ne olacağının önüne koymuş durumdadır. Erdoğan-Putin görüşmesinin sonucu da bu gerçeği teyit etmektedir. Rusya ziyareti sonrası Cenevre mutabakatı demek muhalefetin istediği tarzda bir geçiş hükümetinin olmayabileceği ama bunun kesinlikle Esad'sız olacağı anlamına geliyor. Bu Cenevre'de tarafların mutabık kaldığı ve kilitlenmiş sürecin bir nebze olsun açıldığı bir yaklaşımdı. Bu karar alınırken Baas rejiminin en önemli dört ismi hayattaydı. Bugün ise artık geldiğimiz nokta kesinlikle Esadsız ve muhalefetin arzularına daha yakın bir geçiş hükümeti olmak zorunda.
Hard, Soft, Smart! Rus icadı 'Veto Power'
Rusya, kendisine de açıklamakta zorlandığı, Suriye'de Esad'a yatırım kararının maliyetini ödemenin eşiğine geldi. Çarşamba gününe kadar Rusya'nın elindeki en önemli silah BM'deki veto gücüydü. Özgür Suriye Ordusu Şam eylemiyle bu veto silahını anlamsız hale getirdi. Rusya, Baas katliamlarının ilk aylarında Baas'tan yana tavır alarak muhalefetin silaha sarılmasını Esad'la birlikte sağladı, veto kartını fiilen kullanarak Suriye Dostları Grubunun kurulmasını sağladı, BMGK'yı kilitleyeceğini ilan ederek veto gücünün Suriye direnişi tarafından sadece bir retoriğe dönüştürülmesini sağladı. Şimdi, köprüden önce son çıkıştan Baas bataklığından kurtulmak isteyecek. Ancak bu son çıkış Esad'ın katlettiği on binlerce mazlum insanların cesetleriyle kapanmış durumda. Rusya köprüyü de çıkışı da unutup geri dönmek zorunda kalacak. Böylece aylar önce sorduğumuz sorunun cevabı belli olmuş oldu: Rusya Baas rejimine yaptığı yatırımla Ortadoğu'dan çekilmek mi istiyor?
Bu sualin cevabını Russia in Global Affairs dergisinin editörü Fyodor Lukyanov'un satırlarında sarih bir şekilde görmek mümkündü: "Rusya, Suriye'deki yatırımlarını korumaya değil uluslararası ilişkilerdeki statüsünü korumaya çalışmaktadır. Ortadoğu'da (bölgedeki tek yakın ortağı Suriye) zemin kaybetmiş olsa da, üzerinde oluşan güçlü psikolojik ve diplomatik baskıya rağmen Rusya göz ardı edilemeyecek bir güç merkezi olduğunu göstermiş oldu." Bu satırlar, Rusya'nın Suriye krizini 2012'den ziyade 1970'lerden veya 1980'lerden okuduğunu göstermektedir. II. Dünya Savaşı sonrası şartlarında oluşan Birleşmiş Milletler çarpık düzeninin Rusya'ya sağladığı imkânları istismar etmekten başka bir aracı bulunmayan Rusya'nın Suriye süreciyle "Ortadoğu'da bir güç merkezi" olduğu iddiasına yukarıdaki satırların yazarı da pek ikna olmamış ki şöyle devam etmektedir: "Rusya, Suriye'de şiddet yeniden yükselirse ne yapacağına karar vermelidir. Suriye devletini desteklemek belki mantıki olabilir ama bu desteğin sınırları bulunmaktadır. Rusya, Suriye muhalefeti ve destekçilerinin çok arzuladıkları BM Güvenlik Konseyindeki hayati öneme sahip reyini en yüksek teklifi verecek olana nasıl satacağını iyi düşünmelidir."
Bugün geldiğimiz noktada Soğuk Savaş malı Rus reyinin bir alıcısı da kalmamıştır!