Arap isyanlarının Suriye'ye ulaştığı, hatta ulaşma ihtimalinin olduğu günlerden beri birbiriyle neredeyse hiç bir konuda -özellikle de "Ortadoğu tahayyülü" konusunda- anlaşamayanların paylaştığı çok yaygın bir analiz gün yüzüne çıkıverdi: Esad rejimi yıkılırsa bütün bölgeyi kapsayan bir kaos ortaya çıkar. Bu, oldukça eskatolojik kehanet, birbirinden farklı siyasi pozisyona sahip aktörlerin farklı cümlelerle dile getirdikleri ortak kanaati temsil ediyor. Suriye üzerinden zuhur eden bu ortak aklın, devletler ve örgütler nezdinde oldukça ilginç paydaşları bulunmaktadır. PKK ile Hizbullah'ı, Kemalistlerle İran'ı, İsrail'le bazı Filistinli örgütleri ve İslamcıları 'farklı cümleler ve pozisyonlarla' aynı amaca hizmet eden aktörler halinde görmek elbette kolay mümkün olmayan bir durumdur.
Kissinger'ın Suriye meselesine bakışı oldukça ilginç. Washington Post'ta çıkan ama İran basınında ilgiyle iktibas edilen 'Suriye'ye müdahale küresel düzeni bozabilir' yazısında 1648 Westfalya düzenini tartışarak başladığı analizini 2010 'Arap Baharı' değerlendirmeleriyle bitirmektedir. 20. yüzyılda ismi en fazla 'müdahale', 'darbe' ve 'suçlamalarla' anılmış olan Kissinger'ın 'Suriye'ye müdahaleden küresel düzenin tehdit edileceği sonucunu' çıkarmasını mı not etmeliyiz; yoksa yaşlı ABD'li bürokratın hala satır aralarında gizlediği ve asıl meramı olan hususlardaki motivasyonuna hayran mı olmalıyız?
Kissinger, 'Arap Baharı'nın 'Westfalya sistemini anlamsız kıldığı' şeklinde doğru bir tespit yaparak ağzındaki baklayı çıkarmaktadır: 'Amerika, her anti-demokratik devlete -uluslararası sistemin işlemesi için önemli görülenler dâhil- karşı başlayan her isyanı desteklemeye mecbur olduğunu mu düşünmektedir? Mesela, Suudi Arabistan, gösteriler başlayana kadar mı Amerika'nın müttefikidir?' Kissinger daha sonra yeni Suriye ekseninin artık herkesin bildiği argümanlarını sıralayarak, Suriye konusundaki en önemli hususun Esad sonrasının büyük bir kaosa yol açabilecek potansiyele sahip olmasına vurgu yapmaktadır. Son olarak, 'Kissinger Yargılanıyor' kitabının yazarını Christopher Hitchens'ın kemiklerini sızlatırcasına 'bir insanlık trajedisine müdahale edelim derken, bir başkasına sebep olmayalım' uyarısıyla analizini bitirmektedir.
Benzer bir uyarı, geçtiğimiz hafta, yeni 'Esad direniş ekseninin' önemli bir ismi tarafından daha yapıldı. İran Meclisi sözcüsü Ali Laricani, Tehran Times'a verdiği ama İsrail basınında ilgiyle takip edilen mülakatta şu tespitlerde bulundu: "ABD'li askeri otoritelerin bölgeye dair idrakleri zayıf ... Suriye'de yaşananlar Filistin'e sıçrayabilir ve dumanlardan yükselen küller muhakkak İsrail'i kaplayacaktır." Laricani'nin "İsrail'i kaplayacak küllerden dolayı" Amerikalıları uyarma ihtiyacı hissetmesi, Suriye üzerinden yaşanan eksen kayması açısından gerçekten ilginç bir noktaya işaret etmektedir. Diğer yandan da "bölgede yaşanan devrimlerin uzun vadede İsrail'i ağır bir izolasyona mahkûm eden, Siyonist rejime karşı direniş" olduğunu söylemektedir. Laricani'nin karmaşık söylemi tıpkı Kissinger'ın "küresel düzeni tehdit ediyor" diye tarif ettiği Suriye isyanına ABD'nin bulaşmamasını tavsiye etmesi kadar tutarsız.
Bütün bu garip tablonun tek bir açıklaması bulunmaktadır: Türkiye ve Arap isyanlarından başka hiç bir dinamik bölgedeki statükodan rahatsız değil. Başka bir deyişle Camp David düzeninin konforlu jeopolitik dünyasından kurtulmak kimsenin işine gelmiyor. Peki, bu mümkün mü? Eğer mümkünse, diktatörlerin "otoriter ama tahmin edilebilir" düzenlerinin yerine; yeni aktörlerin marifetiyle, iddia edildiği gibi "demokratik ama öngörülemez ve kaotik" düzen mi kuruluyor?
Soruyu daha basitleştirelim: Esad gitmezse neler olabilir? Bu suale Kissinger- Laricani ikilisinin yanına Esad'ı da dahil ederek cevap vermek mümkündür. O da şu olabilir: Suriye isyanı üzerinden, Camp David Düzeninin bir kolu olan Baas rejiminin çökmesinin, uluslararası sistem için orta vadede, İsrail içinse kısa vadede, ciddi sonuçları olacaktır. Esad sonrası kaostan bahsedenler iki noktayı atlıyorlar. Bugün yaşanan kaos ve katliamları gelecekte yaşanacak belirsizlikle örtmeye gayret ediyorlar. Esad'ın iktidar ömrünün uzamasının bölgesel ve küresel düzene oluşturduğu tehditlerin de arttığı gerçeğini kavrayamıyorlar. Zira saf realist, neo-Westfalyan jeopolitik okumanın bizi götürdüğü yer Kissinger-Laricani-Esad jeopolitik üçgeninden başka bir yer değil!
Esad rejimine destek verenlerin Suriye üzerinden oldukça realist bir jeopolitik hesap yaptıkları havası oluşmuş durumda. Bu çok derin olduğu iddia edilen saf realist neo-westfalyan jeopolitik yaklaşım, tarihin akışına karşı durmaya çalışmanın kafa karışıklığı ile analiz ve ilke düzeyini Baas rejiminin sığlığına eşitlemiş bulunuyor. Post-Camp David sürecinin cari sapmalarını Ortadoğu'nun halklarına ve yeni aktörlere açıklamak için bugün sarf ettikleri çabadan çok daha fazlasını ortaya koymaları gerekecek. Ama iş işten geçmiş olacak!