Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Aydınların 'makus' talihi

"Öyle görünmüyorsa da hem modern Türkiye bir aydın kurgusudur, daha alışılmış deyimle aydınların eseridir hem de bugünkü siyasal gerilimin altında gene bu aydın 'sorunu' yatıyor. Üstelik bu konuda bize neredeyse tıpa tıp benzeyen bir ülke daha var: Fransa"

Modern Türkiye hemen 1930'lu yılları hatırlatmamalı. Kemalist dönem, önemli katkılarda bulunmuştur siyasal ve toplumsal yapının dönüşmesine, ama modernleşme bizde üç büyük kesitte meydana gelir. Birincisi Tanzimat'tır. 1830-40'lardır bu dönem. Onu II. Abdülhamid dönemi izler. 1876-1908 arasını kapsar. Üçüncüsü Jön Türk-İttihad ve Terakki-Kemalist dönemdir. Bu uzun tarih 1908-1950 arasına yayılır. Jön Türklük 1889-1908 arasıdır. Politik olarak İ-T adını alarak 1918'e kadar uzanır. Kemalizm ayrıntılarda bazı farklara rağmen İ-T'nin içinde şekillenir ve 1930'lu yıllarda doruğuna ulaşır, 1950'de kısmen kesilir. 1960 sonrası ise ordu destekli ve ordu ideolojisi olarak Kemalizm uygulamaları/kurguları dönemidir. Modern tarihimiz budur. Bu uzun tarihin en belirleyici özelliği, aydınlar tarafından biçimlendirilmesi, tanımlanmasıdır. Nitekim aydın kavramının doğuşu Tanzimat'la birliktedir. Namık Kemal-Ziya Paşa- Ali Suavi kuşağı, bu dönemde ortaya çıkmıştır. Aydınlar sadece, yanlış olsa da öyle söyleyeyim, bir 'sınıf' olarak doğmakla kalmamıştır. Yeni kavramlar üretmişlerdir. Hürriyet bunlardan biridir. Vatan bunlardan bir başkasıdır. Burada bir yanlışı düzeltmek de gerekiyor. Uzun süre Türkiye'de Tanzimat aydınının halktan kopuk olduğuna inanıldı. Hiç öyle değildir. Halk kavramını, bugün kamuoyu dediğimiz 'efkar-ı umumiye' kavramını oluşturan onlardır. Roman yazarak, tiyatro yaparak, gazete çıkararak toplumsal alanı onlar icat etmiştir. Halk dilinde yazmak, anlaşılır olmak kaygısını onlar gütmüştür. Zaten halk olgusunun 'kutsallık' kazanması onlarladır ve mesela bizde hiç o yanıyla bilinmeyen Namık Kemal'in İslam'la içli dışlı olması da gene bu anlayışın bir uzantısıdır. Bu yaklaşım Jön Türklerle değişir. Onlar Namık Kemal kuşağı gibi Osmanlı ve Fransız Devrimi'ni değil, materyalizmi kendilerine hedef alırlar. Artık bir statü olmaktan çıkıp, sınıf haline gelmiş olduklarından kendilerini yönetime taşımak isterler. Namık Kemal ve arkadaşları çok eleştirilse bile devletle ilişkisinde bürokratlıktan, kalem vazifelerinden öteye gitmemiştir. Halbuki Jön Türklerin aydınları, daha sonra Kemalist aydınlar gibi, devleti yönetmek sevdasındadır. Bunu da başarırlar. Dümen askerlerin elinde olmak kaydıyla 1908 devriminden sonra aydınlar, iktidarın kopmaz parçası olur. İşte asıl bu niteliğiyle de aydın halktan kopar. Halkı yönetilecek bir kesim olarak görür. Kemalistler aynı yolun izleyicisi olarak gidebilecekleri en ileri sınıra kadar yürürler.

İHTİYAÇTAN DOĞAN SİYASAL AYDIN
Niye böyledir, hem bizde hem de Fransa'da? Çünkü Fransa'da da modernleşmenin gene Fransız Devrimi'yle başladığı kabul edilir. Oysa bu yanlıştır. Toplum, XIV. Louis'nin, 70 yıldan fazla süren imparatorluğunun doruk noktasında kapattığı parlamentoları ve ortadan kaldırdığı diğer toplumsal kurumları bir sonraki yüzyılda yeniden inşa etmeye başlamıştır bile. Fakat 'eski rejim' konusunda uzun uzun düşünen Alexis de Tocqueville'in işaret ettiği gibi yetersizdir bu kurumlar. Ortada bir siyasal yapı mevcuttur, ama François Furet'nin vurguladığı gibi bu yapı 'temsil' veya vekillik işlevini yerine getiremez. İşte aydınlar bu ihtiyacı gidermek üzere doğar. 18. yüzyılda felsefenin de edebiyatın da son derecede siyasal olması bu nedenledir. Yani siyasal aydın, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Bu 'manzara' bize benzemiyor mu? Abdülhamid yıllarını düşünmek benzerliği kavramak için yeterlidir. Toplum Fransa'da olduğu kadar da kendisini ifade edememektedir. O zaman aydınlar ortaya çıkar ve toplumun temsilcisi ve vekili olur. Fransa'da gene XIV. Louis'nin ortadan kaldırdığı soylu sınıfın yerini alacaktır aydınlar. Dönüşümün Fransa ölçülerinde olduğunu söylemek gerçeği yansıtmaz, ama Kemalist dönem aydınların Tanzimat geleneğini aşarak temsilcilikten çıkıp, basbayağı toplum öncüleri oldukları ortadadır. Yani bizde modernleşmeyle birlikte dönüşen aristokrasi değildir. Büyük ölçüde burjuvazi ama esas olarak aydınlardır. Gelelim bugüne. 1960-70'ler Kemalist modelin farklı türleriydi. Aydın hâla etkiliydi ve 'öncü'ydü. Toplum o öncülük içinde siyasallaştırılmak isteniyordu. Fakat onu söz konusu noktaya taşıyacak mekanizmalar, gene de çok yetersizdi. Üstüne üstlük başını biraz kaldırdığında büyük ölçüde aydın hareketi olan darbeler tepesine iniyordu. Oysa bugün bambaşka bir noktadayız. Toplum büyük ölçüde siyasallaşmıştır. Çevreden gelenler hem sosyolojik olarak merkezdedirler hem de siyaset üretmektedirler. 1990'lı yılların kimlik politikaları da bu yolu genişletmiştir. Kısacası bugün kendisini toplumsal olarak değil doğrudan siyasal olarak ifade eden bir toplum duruyor karşımızda. Böyle bir yapı istesek de istemesek de aydınların işlevini farklılaştırıyor. Onları işlevsiz kılıyor demek istemiyorum. Belki öyledir ama o derecede ileri gitmemek için. Gene de bugünkü aydın artık ne toplumsal veya tarihsel öncü rolünü oynayabilir zaten ne de böyle bir realiteye sahiptir. Aydın elbette önemlidir, seçkinlere de bir toplumsal dağılımda ihtiyaç vardır ama bırakın 19. yüzyılı, 20. yüzyıldaki kadar bile bugün onların öncülüğü söz konusu edilemez. Malum, 21. yüzyıldayız. O nedenle diyorum ki, şu son tartışmalara biraz da bu ışıkta baksak...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA