"Aydın Doğan Vakfı'nın bu yıl öykü dalında verdiği ödülü, Selim İleri kazandı. Selim İleri törende her zamanki gibi mahcup ve nazikti"
Selim'le 1976 yılı içinde tanıştık. O zaman Ankara bir edebiyat odağı sayılabilirdi.
Sonradan İstanbul'a gelen bazı yazarlar o kentteydi. Fakat asıl çekim merkezi, Bilgi Yayınevi'nde çalışan ve Ankara'da yaşayan Attila İlhan'dı. Onun yanına gidip gelirdim. Orada tanıdım Selim İleri'yi.
Dostlukların Son Günü'yle ödüller kazanmıştı. Ondan önce Pastırma Yazı isimli öykü kitabı vardı. Destan Gönüller'in romancısıydı. Cumartesi Yalnızlığı ilk kitabıydı. Ayrıca o sıralarda Selim, Politika gazetesinin kültür-sanat sayfasıyla ilgileniyordu.
Tanıştıktan sonra İstanbul'a yolum düştü. Gazetede buluştuk. Girdiğimde, elleri cebinde, duvarda asılı bir şeyi okuyordu.
Her zamanki nezaketiyle, benden yazılar beklediklerini söyledi. Yazmaya başladım.
Bir süre devam etti. O tanışmada bana ilk kitabını da imzalayıp vermişti. Hâlâ kitaplığımda duruyor.
Selim'i tanıdığımda işte Politika'daki o yazılarını izliyordum. Sonradan çok tanınacak romanı Her Gece Bodrum'u kaleme alıyordu. Bir gün kitabını bitirdiğini ve Ankara'ya gitmekte olduğunu yazdı. Ben Attila İlhan'ın yanına gittiğimde, roman dosyası masanın üstünde duruyordu. İlk adı farklıydı. Attila İlhan'la birlikte değiştirdiler.
Her Ankara'ya gelişinde aradı. Buluştuk.
Ben İstanbul'a gelip giderken de görüştük.
İstanbul'da daima sıcak yaz günlerinde onu evinde ziyaret ettiğimi, diğer arkadaşların evlerinde buluştuğumuzu anımsıyorum.
Bazen çok dalgın olurdu, hiç bitirmediği kederlerine gömülü; bazen çok daha neşeli.
Onun yanından ayrıldığım her defasında roman yazmak istedim.
O kadar çok edebiyat konuşurduk. Şimdi seyrek buluşmalarımızda da öyledir; hâlâ öyküler, romanlar, oyunlardır sohbet.
***
Selim'le dostluğumuz devam etti.
Çok güzel romanlar yazdı. 1980'lerin ortasında daha farklı bir anlayışla oluşturdu romanlarını. Ardından romancılık anlayışını bir kere daha yeniledi ve
Geçmiş, Bir Daha Gelmeyecek Zamanlar genel başlığı altında beş roman yazdı. Bunlar Türkiye'nin son yüzyılına bakan,
Milan Kundera'yla birlikte başlamış daha felsefi bir roman anlatımını içeren, yazarın belleğine, anılarına doğrudan göndermelerle gelişen, metinler arasında ilişkiler kuran, geçmiş edebiyatımızı ve edebiyatçılarımızı, bazen yaşantılarıyla birlikte romanın odağına yerleştiren, mükemmel romanlar. Edebiyatın biçim, dil, anlatım özelliklerinin neredeyse hiç anımsanmadığı bir dönemde bu romanlar bu noktalarda olağanüstü başarılıydı. Bugün Türk edebiyatının en büyük diyeceğim, ama ne yazık ki tek gördüğüm üslupçusu Selim İleri'dir.
Bu özelliği onun dünyaya, içinde yaşadığı topluma, eski edebiyata, içinde yaşadığı kente yani
İstanbul'a bambaşka bir açıdan bakmasıyla ilişkilidir. Bütün bunlar Selim İleri'yi zaman ve bellek bağlamında bambaşka bir noktaya yerleştirir. Ama daha fazlası vardır.
Melodram denen ve özünde son derecede toplumsal bir öz barındıran edebiyatı sindirmiştir ve Türkiye'ye onun içinden, odağından bakmayı seçmiştir. Bu, başka çok az yazarda gördüğümüz üzere, Selim İleri'ye romanlarında (eski romanlarından daha fazla)
kara mizah yapma imkanı verir.
Onu hep yalnızlığın ve hüznün yazarı olarak görmek istiyor okur kitlesi de eleştirmen kitlesi de. İleri'nin bu yönü daima ihmal edildi.
Oysa Selim İleri'nin bu bağlamdaki emeği çok daha yoğundur. Buna bir de son dönem romanlarını eklemek gerekir. Onlar bana başka şeyler düşündürüyor. Biraz
Beethoven'in son dönem yapıtlarını anımsıyorum.
Çok meşum, koyu, gölgeli, kendi içine doğru derinleştikçe derinleşen, temaların birbiri içinden doğduğu çok yoğun romanlar. Selim İleri'nin meftunu olduğu operadan türemiş, 'operatik' (!) dediğim metinler bunlar.
***
Ödülü, son öykü kitabıyla aldı,
Yağmur Akşamları. Sadece şunu belirteyim:
Dünyanın herhangi bir dilinde ve herhangi bir medeniyetinde bu metin bir olay meydana getirir. Kitabı oluşturan dört öykü de birer yazarı anlatıyor. Son öykünün kahramanı ise
Tanpınar. Selim İleri'nin yukarıda andığım yazarlık özelliklerinin bir sentezi o öykü.
Fakat bu derecede damıtılmış, süzülmüş, o ölçüde yoğunlaştırılmış bir metni Türk edebiyatında bulmak olanaksız. Selim çok yüksek bir edebiyat bilincini ve işçiliğini, aynı niteliği yaratmaya çalışan diğer yazarlar gibi özenticiliğe düşmeden, su kadar berrak bir biçimde verme yetkinliğini gösteriyor bu yapıtta. Bu nitelendirmeme eklenecek diğer 'kuramsal' perspektifleri söz konusu etmiyorum bile.
***
Selim İleri hayatı boyunca edebiyatı 'yaşadı'. Başka hiçbir şeyle uğraşmadı.
Edebiyata hayatını adamış bir insan olarak onun en fazla
etikle olan ilişkisini içselleştirdi. Türk edebiyatında onun kadar geçmişiyle hesaplaşan, sürekli olarak onu sorgulayan ve hatta suçlayan, nedamet getirerek yaşadıklarını anan, yapıtlarını eleştiren, sorgulayan, kendi dışındaki edebiyatçıları ve emekleri onun ölçüsünde yücelten başka kimse yok. Bu bir edebiyatçının üretebileceği en önemli tutumdur. Son kertede, çünkü, edebiyat etik demektir.
***
Selim'le 35 yıl oluyor tanışıklığımız.
Bende mektupları duruyor. O kendindeki mektupları yok ettiğini söylemişti. İtiraz etmiştim. Bu duygusuna ortak ustamız Attila İlhan'ın elindeki mektupları kırıcı bir biçimde yayınlaması yol açmış olmalı. Birkaç kere baktım kalın bir dosya meydana getiren en yenisi 30 yıl önceki mektuplara. Orada bir hayat var. Edebiyatla, kendisiyle, çevresiyle yüzleşen, hesaplaşan ama her şeyi ciddiye alan, kılı kırk yaran, geleceğini yazan bir hayat.
Bu ödül bana göre öyküye değil, Selim İleri'nin öyküsüne verildi.