"12 Eylül yargılanıyor. Bu, bir bakıma 1980'li yıllar mahkemeye düştü demektir. İşlerin politik yanıyla uğraşırken ansızın aklıma bir soru geldi: Neydi şu mahut 1980'li yıllar, edebiyatıyla, müziğiyle, sinemasıyla, toplumsal yaşantısıyla neye benzerdi?"
Ben o yılların insanı mıyım, bilmiyorum. 1980'de askeri darbe olduğunda üniversiteyi bitirmiş, mühendis olmuş, DSİ'de çalışmaya başlamış ama kapağı üniversiteye, üstelik bambaşka bir alanda, iktisat, atmaya çalışan bir gençtim. Demek 23 yaşımdaymışım.
Aşağı yukarı üç-dört yıldır dergilerde yazılar yazıyordum, edebiyat çevresinden dostlar edinmiştim; Ankara'nın kendine özgü, kapalı havası içinde yaşayıp gidiyordum.
Darbe oldu, o ufunetli Ankara büsbütün yaşanmaz bir yere dönüştü. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Eşimiz dostumuz ha bire tutuklanıyor, içeriden işkence, ölüm haberleri geliyor, tam bir yıldırı havası ortalığı kasıp kavuruyordu. Tevfik Fikret'in deyişiyle 'Bir zulmet-i beyza ki pey a pey mütezayid'. Arada bir fark var: Fikret, 'beyaz zulüm'den söz ediyor, bu git gide artan zulüm simsiyahtı.
Ankara'nın o yıllarda, akşam işinizden çıktığınızda etrafı görmenizi bile engelleyen, genzinizi kavuran linyit, duman, is ve zifir karanlığıyla nasıl da örtüşüyordu bu berbat ortam. Hatırlamak bile istemiyorum.
***
Nihayet 1983 geldi, seçimler yapıldı, Özal iktidar oldu. Türkiye ansızın, neredeyse bir gece içinde değişmeye başladı. Gerçi askerin hâlâ hükmü geçiyordu, Özal, sistemle o düzeyde hiç mi hiç çatışmıyordu ama gene de Türkiye bambaşka bir ülke olmaya başlamıştı.
Piyasa ekonomisi diye bir şey icat edilmişti.
Bütün ülke bir oyuncak dükkanına, toplum da o dükkandaki çocuklara dönüşmüştü. Özal ailesi tüm o 'papatyalar'la falan insanların gündemine oturmuş, siyaset, 'davulu delen jaguar' sembollü partiler derekesine inmişti.
Bir slogan dolaşıyordu ortada: Çağ atlayan Türkiye!
Yalan değildi yeni bir Türkiye'nin oluşmakta oluşu. Bu Türkiye, içine kapanmış, dört yanı düşmanlarla çevrili, kendisinden bile korkan, devletin kanatları altında 'zengin imal eden' bir ülke olmaktan hızla uzaklaşıyordu.
Piyasa ekonomisi, serbest rekabet gündelik dile girmişti ve Türkiye özelleştirmelerle yolunu açmaya çalışıyordu.
***
1980'ler esas ifadesini popüler kültürde bulan bir dönemdi. Doğaldı bu; her büyük iktidar dönüşümü yeni sınıflar meydana getirir, yeni bir kültür üretir. 1980'ler de tarihe yeni zenginleriyle vuruyordu damgasını, yeni yaşama biçimleriyle. Bu gelişmenin çok önemli bir besleyici damarı da vardı. Dünya harıl harıl Soğuk Savaşı bitirmeye hazırlanıyordu.
Doğu Bloğu ülkelerinde ve SSCB'de rejim çatırdıyordu. 1979 yılında Thatcher, 1980'de Reagan, Almanya'da Kohl iktidara gelmişti, 1968 sonrası başlayan büyük sol dalga yerini büyük sağ dalgaya terk ediyordu. Dünya muhafazakarlığın kapısını aralıyordu. Az sonra 'ideolojiler bitti' sloganı güç kazanacak, döneme damgasını vuracaktı. Zaten Özal iki kolunu başının üstüne kaldırıp, iki elini başının üstünde birleştirerek "İdeolojiler bitti," diyor, dört eğilimin kendi partisinde birleştiğini ilan ediyordu.
***
Kabul ediyorum, 1970'lerin o çılgın kan yıllarından sonra toplumun böylesi bir gevşemeye ihtiyacı vardı. 1975-80 arasında, "Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz," diyen Demirel'in kanatları altında gelişen siyasal şiddet sonunda 5 bin kişi ölmüştü. Çorum, Maraş katliamları yaşanmıştı. Böylesi bir dönemden sonra toplum, zembereğinden boşanmayıp da ne yapacaktı? Üstelik toplumun önüne işte çikita muz, renkli televizyon, çok kanallı yayın konmuştu. Harıl harıl yurt dışından mal ithal ediliyor; yoksul, gecekondulu, Anadol arabalı, gaza, benzine, mazota, ampule, elektriğe, margarine muhtaç Türkiye ansızın bolluk, şatafat, gösteriş çukuruna yuvarlanıyordu.
Özal "Benim memurum işini bilir," diyordu, "Ben zengini severim," diyordu. Eh, bu anlayışın bir uzantısı, bir yansıması olacaktı elbet.
Oldu da... Bütün bunlar, 1950'de başlamış olan sahnenin, her şeye rağmen 'nezih', mesela Zeki Müren okumaya başladığında servisin, çatal bıçak tıkırtısının durduğu 'gazino kültürünün' bile aşılması, 'kır şişeyi, dön köşeyi' kültürünün egemenliği demekti.
Eskiden 'fakir ama yoksul bir genç' edebiyatı vardı; şimdi "Ben de isterem," diye bağıran 'sanatçılar' söz konusuydu. Daha önce Doğu-
Batı sentezi arayan Türkiye o derdinden yavaş yavaş kurtuldu. Kırsal alan-kentsel alan çatışması da bu defa yerini ne kentli ne köylü bir kitlenin ürettiği yeni bir kültüre bıraktı.
Arabesk, bu oluşumun kültürel ifadesiydi.
1970'lerdekinden farklı bir arabesk vardı bu defa. O arabesk her şeye rağmen daha seçkinci veya yüksek bir kültürün çatışma alanındaydı.
Bu defa onu da kuşatan, teslim alan bir kültürel platforma dönüştü. Türk pop müziği dediğimiz şey, arabeskin bir kolu veya türü haline geldi.
Öte yanda başka bir kazan kaynadı.
1970'lerin toplumsal bilince dayalı olarak ürettiği romanı ortadan kalktı. Bir takım yazarlar 'küfür romanı' yazdı. Aşkı ve cinselliği keşfetti. Onunla yetinmediler.
Edebiyatın başını ezmek istediler. Onu sadece çok seçkin bir çevrenin benimseyeceği, içe dönük ama o oranda da içi boş bir 'anlatı'ya dönüştürdüler. Aydın despotizmine sürüklendiler. Masal yazdılar, mesel anlattılar.
Edebiyat artık 'metin' demekti. Toplum, tarih, çevre, karakter söz konusu değildi.
***
Türkiye'nin çocukluk dönemiydi 1980'ler.
Commodore 64 bilgisayarlarda sabahlara kadar oynanan oyunların, atari salonlarının yıllarıydı.
Sinemanın keşfedildiği dönemdi. İstanbul'da Sinema Günleri yaşanıyordu (ne güzel bir addı o...). Edebiyat çöküyordu ama sinemanın kendine özgü bir yükselişi vardı. Fakat çok önemli bir nokta, Türkiye'nin kimlikleri keşfi dönemiydi. Bilhassa kadınlık. O 10 yılın belki de en önemli hamlesi buydu. Bu tarafta Erkekçe dergisine mukabil öbür yanda birbiri ardınca kadın dergileri yayınlanıyordu.
Cinsellik ve beden politikaları üstünden gelişen bu dergilerin bir yararının olmadığı söylenemez.
Tanpınar, "Demokrasinin geldiğini hiç görmedim ama gittiğine birkaç kere şahit oldum," diyor. Ben de 1980'nin ne zaman gittiğini bilmiyorum ama geldiğine tanıklık ettim. Şurası kesin, 1991 seçimleri olup ANAP iş başından çekildiğinde bir dönem kapanmıştı. Türkiye artık başka bir yerdi.