MAHALLELER 'semt' olduğundan beri ne çok şeyi ıskalamışız meğer...
İnsan Seksenler dizisini izledikçe hatırlıyor.
Evet ya, bizler de 'mahallecek' yaşardık her şeyi... Hıdrellez; apartmanın bahçesinde kutlanır, yaz boyu sürecek sohbetler, baharın o ilk gününde, o bahçede tomurcuklanırdı. Birimizin derdi, tüm mahallenin derdiydi. Neyin dedikodu, neyin dert ortaklığı olduğunu öyle iyi ayırt ederdik ki...
Seksenler'in son bölümünde; Bekçi Rıza'nın çocuğu kalp ameliyatı olacaktı.
Garibimin maaşı yetmiyordu tabii 100 bin liralık ameliyat parasına. Esnaf iki günde topladı kendi arasında o parayı, kurtardılar miniğin hayatını.
Şimdilerde ihtiyaç sahipleri, komşu kapısını çalmak yerine Müge Anlı'ya, Serap Ezgü'ye koşuyor!
Bir delikanlı aşk ateşiyle mi yanıyor? Önce mahallenin ağabeyleri koşardı imdadına. Karşılarına alıp konuşurlardı. Sonra da araya girer, gerekirse 'dünürcü' olurlardı. 'Mahallemizin kızı' diye de bir kavram vardı o dönemler. Hele bir yabancı yan bakmaya görsün; aman aman! Şimdi bu en masumane 'mahallenin kızını korurum güdüsü'nün adı evrile çevrile, siyasetle yoğrula yoğrula 'mahalle baskısı'na dönüştü.
Hiç unutmam, ilkokul ikinci sınıftaydım.
Okul çıkışı caddeye kadar gelir, annemin gelip beni almasını beklerdim.
Bir gün bize aşı yaptılar ve okulu erkenden tatil ettiler. Annemi bekleyeceğim caddeye geldim. Başladım beklemeye...
10 dakika, 20 dakika, 1 saat... Beni gören bakkallımız geldi. (Dükkanının adı Mavi Köşe'ydi, hiç unutmuyorum.) "Ne bekliyorsun?" dedi Bakkal Amca.
Durumu anlattım. Elimden tutup beni karşıya geçirdi, eve teslim etti. Şimdi alışveriş ettiğimiz marketlerdeki kasa görevlilerinin ismini kaçımız biliyoruz ki?
Mahalleler 'semt' olduğundan beri ne çok şeyi ıskalamışız meğer... Seksenler'i izlemeye korkar oldum.