National Geographic'de izlediğim ve o andan itibaren aklımdan bir türlü çıkmayan iki görüntü var: Belgeselciler, yeni doğum yapmış bir leoparı izlemeye almışlardı. Anne, yavrusuna yiyecek bulmak için mağarasından uzaklaştı. O sırada bir boğa yılanı yuvaya sızdı ve yavruyu bir bütün halinde yuttu. Evine geri dönen anne leopar, durumu anladı ve yılanın üzerine çullandı. Yılan, korkudan midesindeki leopar yavrusunu çıkardı. Tabii ki yavru ölmüştü. Anne leopar onu yalayarak, dakikalar boyunca hayata döndürmeye çalıştı. Ve sonra... Sonra... Onu yedi... Evet, yedi... Uzmanlar beni dehşete düşüren bu sahneyi şöyle yorumladılar: "Anne leopar, yavrusunun başka hayvanlar tarafından parçalanıp, yenilmesine tahammül edemezdi. Bunu kendisi yaptı..." Bir başka görüntüde geniş bir fil ailesinin yolculuğu ekrana taşınıyordu. Su kaynağı bulabilmek için ortalama 150 kilometre yolculuk yapan sürüdeki bir yavru fil, gölete bir kaç kilometre kala susuzluk ve yorgunluktan yere yığıldı. Annesi önce hortumunun yardımıyla onu ayağa kaldırmak istedi. Ama küçük filin artık takati kalmamıştı. Anne daha sonra yavruyu itip, kakarak kendine getirmeye çalıştı. Başaramayınca, dev ayaklarıyla onu tekmelemeye, gölete doğru sürüklemeye çalıştı. Minik yavru bu eziyete dayanamayarak can verdi. Uzmanlar, bunun da "annelik güdüsünden" kaynaklandığını söylediler. Anne fil, eğer yavrusunu orada bırakırsa öleceğinden emindi. Her ne pahasına olursa olsun onu ayağa kaldırmak ve suya ulaşmasını sağlamak için gerekirse "şok yöntemini" bile uygulamaya kararlıydı. Bu, anne fillerin çok sıklıkla başvurdukları bir uygulamaydı ve çoğunlukla da olumlu sonuç veriyordu. Ancak bu kez anne başaramamıştı. Şefkat mi, cinnet mi? Bir türlü karar veremedim. Sadece "annelik duygusu" ile "annelik güdüsü"nü çok ince bir çizginin ayırdığına hükmettim...