Kanaltürk'ün yayınladığı Galatasaray - Bucaspor maçında yorumcu Ahmet Çakar, maçın son dakikasında teknik direktör Rijkaard'ın el-kol hareketlerini ekrana şöyle aktarıyor: "Rijkaard hakeme saati gösteriyor..." Galatasaray'ın Bucaspor gibi mütevazı bir ekip karşısında bile zamana oynadığını anlatmak için bu yorumu yapıyor. Ben de bunu "Kanaltürk, maçtaki en ince detayları bile kaçırmadı" diyerek, köşeme aktarıyorum. Ne ben, ne de Hıncal Ağabey stattayız. Rijkaard'ın mimiklerinin öncesini, sonrasını en iyi gören kişinin "stattaki" deneyimli yorumcu Ahmet Çakar olduğunu kabul etmek zorundayız. Ama Hıncal Ağabey, Çakar'ın sözlerinden bir dakika sonra ekrana taşınan o "saniyelik" görüntüye bakarak, "Öyle değil Aytuğ, Rijkaard aslında futbolcularına topa basın demek istiyordu" diye yazdı. Olabilir. Hıncal Ağabey ile Ahmet Çakar'ın yorumunun birbirini tutması zaten pek ender rastlanan bir olaydır. Ben işaret dili konusunda uzman değilim. Bu nedenle maçın yorumcusu Çakar'ın gözlemine ve sözlerine tâbiyim. Çakar, aynen şöyle diyor: "Eğer bu dakikalarda kaleci Aykut'un başarısından söz ediyorsak, Galatasaray'ın bundan çok üzüntü duyması lâzım. Ve maalesef Rijkaard kenarda hakeme saat diyor!.." Aslında bu cevap yazısını yazmaya hiç niyetli değildim. Ama Hıncal Ağabey, "Singin' In The Rain" müzikalinin galasında karşılaştığımız an gülerek karnıma minik bir yumruk indirip, "Nasıl yazdım ama? Sana yazmaya bayılıyorum" demeseydi, hiç bu işe girişmeyecektim. (Aslında Hıncal Ağabey yukarıdaki cümlelerde geçen "yazmak" kelimesi yerine argo bir sözcük kullanmıştı ya neyse. Ben "espri özürlülerden" değilim...) Dedim ya, yazmayacaktım. Zira biz Sabah yazarları, yazdıklarımızı, okurlarımız dışında bir de Hıncal Ağabey'e izah etmek zorunda kaldığımız için "fazla mesai"den yorgun düşmüş durumdayız. (Hıncal Ağabey şimdi bunu "zekasına hakaret" olarak alırsa, o zaman da ben onun espri anlayışından şüphe duyacağım) Bu nedenle kendimde cevap için "mecal" bulamamıştım. Ama baktım ki Hıncal Ağabey "bana yazmaktan" büyük "keyif" alıyor, ben de keyfini yarım bırakayım istedim!.. Ha, unutmadan, Hıncal Ağabey'in köşesinde tüm Bab-ı Ali'ye verdiği gazetecilik derslerini büyük dikkatle okuyor, not alıyor ve kendimce çıkarımlarda bulunuyorum. Ama takıldığım bir nokta var. Hıncal Ağabey neredeyse her üç günde bir, "Ben aslında şöyle yazmıştım ama köşede böyle çıkmış" ya da "Ben başka yazı göndermiştim, onlar başkasını koymuş" gibi düzeltmeler yapıp, editörlere serzenişte bulunur. İyi de bir yazar, okuruna ulaştıracağı yazının son halini "sayfa çıkışı" aldırıp, okumaz mı? Yazının "son halini" görmez mi? Bugünün teknolojisi, gazetede bulunmasanız bile "online" olarak sayfanızı baskıya girmeden önce görmenize olanak tanıyor. İki tuşa dokunmak, bu kadar mı zor Baş Öğretmen Hıncal Ağabey?.. Ayrıca, dışarıdan yazı gönderen yazarlara bozuk çalıp, "İlle de gazeteye gelmek, o havayı koklamak gerek" diyorsun. Kendi yazını bile görüp, kontrol etmedikten sonra, gazetede nöbet beklemenin ne faydası var, a benim sevgili ağabeyim?..