Zaman zaman icraatlarını, söylemlerini eleştirsem de, Okan Bayülgen'in zekasını ve yaratıcılığını her daim takdir ederim. Genel kültürü ve bilgi birikimi, ekranda ukalalık yapmaya kalkışan pek çoklarından üst düzeydedir. İnandığını savunurken iyi bir hatip, ateşli bir tartışmacıdır. Oyunculuk yeteneğini ise her zaman "Türkiye için bir şans" olarak görürüm. "Keşke tüm enerjisini ve dikkatini bu alanda yoğunlaştırsa" diye de aklımdan çokça geçiririm. Okan'ın oyunculuğu, televizyonculuğu ve fotoğrafçılığı kadar takdir ettiğim bir başka özelliği ise merakı, sorgulayıcılığı ve hayata dair eleştirel bakış açısıdır... Okan eğer meslek olarak kendisine gazeteciliği seçmiş olsaydı, eminim çok başarılı olurdu. Zira az önce saydığım özellikler, bizim mesleğin "olmazsa olmazları"dır. Okan'ın bu özelliğinin izdüşümlerine ise NTV'deki son programı "Senin Hikayen"de rastlıyorum. Konuklarının bilinmeyen özelliklerini ortaya çıkartırken, öyle doğru, öyle zamanlamalı, öyle derinlemesine sorular yöneltiyor ki, karşısındaki insan ister istemez çözülüyor. Ama bu soruları sanki "farkında değilmiş" ya da "o anda aklına gelmiş" gibi yönelterek, karşısındakinin "savunma tedbirleri almasını" engelliyor. Son izlediğimde Okan'ın karşısında ünlü gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Ara Güler oturuyordu. Güler'e çaktırmadan öyle "kontra" sorular sordu ki, koca adam "Ben aslında sanattan nefret ediyorum. Bana sanatçı diyecekler diye ödüm kopuyor. Belki de aynada kendimi görmekten korkuyorum, onun içindir" deyiverdi. Bana göre üzerine sayfalar dolusu kitaplar yazılacak, tezler üretilecek kadar "sansasyonel" bir açıklamaydı. Okan'a bir kez daha "Bravo" diyorum...