Sevgili spor yazarı ağabeyim Ali Sami Alkış, geçtiğimiz günlerde Star gazetesindeki köşesinde yer alan "Sevdiğim İnsanlar" bölümünde benden övgüyle söz etmiş. Demiş ki, "Onu 20 yıldır tanıyorum. Birlikte çalıştığımız dönemler oldu. Söyleyebileceğim 3 şey var: 1.Çok iyi gazeteci. 2.Çok dürüst bir insan. 3.Çok yakışıklı..." İlk ikisini bir meslek büyüğümün ağzından duymak son derece onur verici. Üçüncüye gelince; iltifat etmiş. Bu özellik, ilk ikisi kadar hayatıma değer katmadı. Baksanıza, hala ne bir reklam filminden, ne de bir televizyon dizisinden teklif var... Şaka bir yana, Ali Sami Alkış'tan çok şey öğrendim. Eğer "körler sağırlar, birbirini ağırlar" diye değerlendirmezseniz, Ali Sami Alkış'ın bende iz bırakan minik bir öyküsünü anlatayım: Yazın en sıcak günlerinden biriydi. Eski Güneş gazetesinde magazin ekini hazırlıyorduk. Alkış'ın keyifli spor hikayeleri için ayırdığımız iki sayfamız vardı. O gün izinliydi. Ama ta Silivri'- den kalkıp, Beyazıt'taki binaya gelmişti. (Bilmeyenler için; aradaki mesafe 75 kilometredir) Hem de ne için? Yazısında içine sinmeyen iki kelimeyi değiştirmek için. O işi telefonla da yapabilirdi. Ama "işine duyduğu saygı ve özen" kilometreleri onun gözünde santimetreye çevirmişti. Takip eden aylarda her izin gününde kalkıp, sayfasını basılmadan görmek, pikajına, montajına nezaret etmek için onca yolu tepip, gazeteye geldi. Ben soyadını böylesine hak eden çok az gazeteci tanıyorum. Alkış'lar sevgili Ali Sami ağabeye...