Biz Frankofonlar şimdi ne yapalım? O kültürle yetişmiş, Paris'i -çok farklı nedenlerden de olsa- dünyanın başkenti bellemiş, ileri yaşında bile hala Işık-Kent'i arada-sırada ziyaret etmeden yapamayan, edebiyatından sinemasına, chanson'undan tiyatrosuna çok şeyine tutkun olan bizler? Sonsuz gibi gözüken fikir özgürlüğünden Mao'nun '100 çiçek açacak' dediği (ve elbette o koşullarda gerçekleştiremediği) düşünce çeşitliliğine, birçok şeyi yüzyıllar önce gerçekleştirip baştacı etmiş bir toplumu örnek belleyen Türkler, şimdi gözümüzü nereye çevirelim? Ve daha ötesi, böylesine yanılmış olmaktan ötürü utancımızı nasıl saklayalım? Söylenecek tek şey var. Asıl Fransa bu değil, kafamızdaki Fransa, idealize ettiğimiz Fransız tarzı hoşgörü, model aldığımız sınırsız düşünme özgürlüğü bu değil. Bir olayı, tarihsel bir iddiayı benimsemek, devlet politikası olarak kabul etmek bir şey. O politikayı tek gerçek olarak belleyip tersini düşünmeyi ve bu düşünceyi ifade etmeyi cezalarla yasaklamak, bir başka şey. O Fransa ki, bilenler bilir, kimi en ünlü film veya müzik yıldızlarının, ikinci dünya savaşının işgal edilmiş Parisi'nde Almanlarla içli-dışlı olmasını, âşık veya metres olmasını bile bağışlamıştır. Tarihin en büyük soykırımını ve en büyük insanlık faciasını yaşayan bir çağda ve kıtada, Arletty'den Edith Piaf'a bu haltı yemiş starlarını hemen bağışlayıvermiştir. Şimdi, 2012 yılında, bu korkunç bağnazlık ve baskı nereden doğuyor? Ve hangi geleneksel Fransız erdemiyle bağdaşıyor? Fransa'ya karşı öfkemi tekrar belirtirken, başbakanın soğukkanlı tavrını ve özellikle şu cümlesini kutluyorum: "Türkiye öyle büyük bir ülkedir ki, küçük insanlar için husumeti bile bir payedir. Ama biz Fransa'daki ırkçı yaklaşıma bu payeyi bile vermeyiz." Vermeyelim gerçekten, o küçük insan(lar) için değmez. Ama aynanın öbür yüzüne de bakalım, bizi savunan dost Fransızlara da kulak verelim. İşte basınımızda çıkmamış bir gözlemim. Fransız üst-orta sınıflarının çok popüler dergisi, ayrıca Sarkozy sempatizanı diye bilinen Paris-Match'ın 12 Ocak sayısında, kitap eleştirmeni Gilles Martin- Chauffier şöyle diyor: "Artık Türkiye üzerine konuşurken, çok dikkat etmek gerekiyor. Hele o ülkeyi sevdiğinizi söylüyorsanız... Oysa Fransa'yı öylesine seven harika bir ülkeyi darıltmak ne yazık! Birçok kuşaktan beri, o ülkenin elitleri Saint-Joseph, Galatasaray, Saint-Benoit, Pierre Loti gibi okullardan yetiştiler. Oysa şimdi İstanbul'u ve kültürünü karşımıza alıyoruz. Ermenileri ve onlara yapılanları bilmezden geliyor değilim. Ama birkaç kuşak öncesinin döktüğü gözyaşı için torunuyla darılmak niye? Kime yararı olacak? Suriye'deki Beşar Esad rejimini tutan tek ülke olan Ermenistan'a mı yarayacak? Bir ülke düşünün ki, rejim muhaliflerini yok ediyor, muhalif milletvekilleri meclisin ortasında dövülüyor, bağımsız radyoların elektriği kesiliyor... Fransız siyasetçilerinin, gemi azıya almış İslam fobileri ve dünyaya ders verme manileriyle bu yasaya yüzverdikleri açık. Ama Türkiye petrolü olan ülkelerden biri olsaydı... O zaman, çoktan Avrupalı olmuştu bile..." İşte gerçekten dost bir Fransız aydınının keskin sözleri. Bu insanların varlığını bilmezden gelmeyelim...