Harika bir yolculuk yaptık. 12 gün boyunca İrlanda ve İskoçya'yı organize bir turla adım adım gezdik. Elbette bir şeyler yazmaya çalışacağım. Ama şimdilik bir ilk izlenim yazısı. Türkiye'nin 10'da 1'i kadar olan İrlanda Cumhuriyeti, uçsuz-bucaksız uzanan yeşil çayırlarıyla bir masal ülkesi gibi duruyor. Ve ülkemizdeki o inanılmaz yapı yoğunluğunu, bina işgalini, doğa kıyımını ve yeşil katliamını çok iyi bilen bizlerde bir vaha izlenimi yaratıyor. Doğaya bu kadar mı saygı duyulur, ağaç böylesine mi kutsanır, çevre bu denli mi önemsenir? Ve aynı biçimde, her yere egemen olan estetik. Çirkin yapı, uzamış demir filizler, sıvası konmamış tuğla, haddini bilmeyen beton gibi şeylerin izi bile yok. Tersine, büyük kentten taşraya, köyden kasabaya her yerde birbirinden güzel evler, uyum içinde mahalleler, doğayla insan elinin benzersiz kaynaşması. Ne diyelim, darısı başımıza... Ve İskoçya... İrlanda'daki yeşil çayırların yerini bu kez yoğun ormanlar alıyor. Uçsuz bucaksız uzanan... Sanki ruhumuz bayram ediyor, gözlerimiz dinleniyor ve yorgun dimağlarımız tam bir tatil huzuru yaşıyor. Ve Dublin, Galway, Belfast, Glasgow gibi kentlerden geçen güzergâhımız, sonunda Edinburg'da noktalanıyor. Pastanın kreması: O ünlü festivalin tam ortasına düşüyoruz: Bir kentin sanatla nasıl coştuğunu, adeta çıldırdığını hayret ve hasetle gözlemliyoruz. Bir kez daha: Darısı başımıza... Ama her şey güllük-güllistanlık mı? Kuşkusuz değil. Her ülkenin sorunları var, bölünmüşlükleri, düşmanlıkları ve ırkçılığı var. İrlanda'da hâlâ süregelen Katolik-Protestan çekişmesinin yükselttiği duvarları veya İskoçya'daki bağımsızlık özlemlerini de görüyoruz. O zaman tüm bu ülkeler biraz bize benzemeye başlıyor. Bunlardan ileride söz etmek umuduyla...