Gelir gelmez aldığım acı haber, Ela Güntekin'in ölümü oldu. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. O benim gençlik arkadaşımdı. İlk partilerimizin gözde kızlarından, bizimki gibi biraz 'maço' bir gruba bir kıza saygıyla yaklaşmayı, mesafeli bir kız-erkek arkadaşlığını öğretenlerden. Ve benim gözde rock'n roll partönerlerimden! Mekânı cennet olsun, annesi Hadiye Hanım'la birlikte oturdukları Levent Çalıkuşu Sokak'taki evlerine az girip çıkmamıştık... Onun biraz azarlar gibi bakışlarını hep hatırlarım. Ela bizim gruptan bir arkadaşa ilgi duymuştu, ama yürümemişti. Sonradan hep entelektüel kişilerle evlendi: Büyükelçi Tanşuğ Bleda, rahmetli oyuncu Mehmet Keskinoğlu, şimdi ABD'de yaşayan ilk sinema eleştirmenlerimizden Tanju Akerson... Tek tesellim, cenazesine yetişebilmek oldu. Teşvikiye'de aşağı-yukarı benim kuşağımdan bir grup toplanmıştı. Çocukluklarını bildiğim kızı Üzüm ve oğlu Yağmur'u gördüm. Popüler Yaprak Dökümü hatırına kimi oyuncu ve televizyoncular da oradaydı. Birbirimize yakındık, gidenleri andık, niye ancak cenazelerde görüşebildiğimizi kim bilir kaçıncı kez sorduk. Öyle ya: Ben de Ela'yı görmeyeli kaç yıl olmuştu... Ve basında Ela üzerine hemen hiçbir şey çıkmadı. Milliyet'teki Miraç Zeynep Özkartal imzalı yazı dışında... Oysa o sadece Çalıkuşu ve Yaprak Dökümü'yle tüm bir millete kimliğinin ipuçlarını veren Reşat Nuri Güntekin'in tek çocuğu değil, aynı zamanda yazıp çizmiş, TRT'den Boğaziçi Üniversitesi'ne önemli kurumlarda görev almış, çeviriler yapmış, Sevgi Soysal'ın Yürümek romanına esin vermiş ve en önemlisi, soyadını hep yükseklerde tutmayı başarmış bir aydındı. Hatırasına ayıp oldu. Bu vesileyle şunu da belirtmek istiyorum. Batı basınında, İngilizcede 'Obituary' denen özel bir sayfa vardır. Hemen her gün çıkar ve ölenlerden toplumun ilgisine layık olan herkes orada, büyük veya küçük, yerini alır. Bu hem ölenlere bir saygıdır hem de toplumun ortak genel kültürüne bir katkı. Bu niçin bizde yapılmaz, merak ediyorum.