Hayat iki nokta arasında kıvrılan, bazen düz giden, bazen inip çıkan bir çizgi sanki.
Bazen kısacık bu çizgi... Bazen uzun...
Ama hep sonsuzlukta sonlu... Sonrasında sonsuz...
Hayat bazen gökkubbeden sahneye müthiş ustalıkla konmuş bir oyun gibi... Göreceğimiz, şimdilik görmemiz gereken her şeyi, burada görüyoruz...
Üstelik hiçbirimiz bilmiyoruz, bu çizginin nereye kadar, nasıl uzanacağını...
Ne zaman son noktayı koyacağımızı...
Ya da son noktanın konacağını...
***
Hiçbirimiz belirleyemiyoruz, tek başına kendi irademizle, hayatlarımızın nereye doğru akıp, nereye savrulacağını? Nasıl şekilleneceğini?
Kim bilir, en gelişmiş insan bile, acaba yazgısının, kaçta kaçını belirleyebiliyordur? Yıllarının nasıl savrulacağını,
o büyük okyanusta kendisini ne zaman, hangi dev dalganın beklediğini; kim bilir hayatın güzelim mevsimlerinde, üzerine hangi yağmurların yağacağını; kim bilir, hangi şimşeklerin çakacağını, acaba hayatının ne kadarını belirleyebiliyordur?
Bu yüzden,
bazen bir rüya gibi hayat...
Gerçekle sonsuzun birbirine karıştığı düş...
Yanılsama koridorlarında, hayalin derinliklerine bir yolculuk sanki...
Amak-ı Hayal gibi...
***
Bu yüzden tüm hazan mevsimlerinde ya da yazların kavrukluğunda, hayatın kendisi de hüzünlü... Belki de hayat, çocuksu sevinçle,
buğulu buruklukların birbirine karıştığı tüm anlarda, bu nedenle tam bir şiir gibi aslında... Belki de bir şiir kadar büyülü bu yüzden...
Bir şiir gibi sevilesi hayat...
Hayat bu nedenle
Ahmet Muhip Dranas'ın Olvido'sundaki dizeler gibi:
"Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı
Hatırlar bir gün bir camı açtığını
Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu
Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı
Bütün bunlar, aşkın güzelliğiyledir."
***
Belki de Sevgi Duvarı'nda, hayatın inişini çıkışını, yalansız yaşamın büyük güzelliğini anlatan Can Yücel'in şiiri gibi hayat:
"Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi."
Aslında sonsuzlukta akıp giden, kendisine bir "anlam" yaratmış ya da hiçbir "anlam" yaratamamış, milyonlarca insanın hayat serüveninde, ne kadar şaşırtıcı bir gizem var...
Müthiş, kocaman, şiirsel bir gizem bu...
***
Belki de
Turgut Uyar'ın, Sonsuz ve Öbürü adlı şiirindeki gibi:
"en değerli vakitleri bana ayırdınız sağolunuz efendim
gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz
öğrendim
yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz
öğrendim
zamanın boyutlarının sonsuzluğunu ve havanın bazen kuşa döndüğünü
öğrettiniz
öğrendim efendim
ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz
efendim
baskının zulmun kıyımın açlığın
bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın
aşk mutluluğunun ve eski hesapların
aritmetiğin bile,
bunları bulmayı bana bıraktınız."
Bugün hep şiirle anlattık derdimizi...
Şiirle geldik, şiirle gidelim... Aslında zaten dertleri çok bol olan bir ülkede, hayat bazen şiirin kendisi gibi çünkü... İyi pazarlar efendim...