Yerel odaklı, günlük yazı yazmak; her ne kadar ilk bakışta çok zor gibi görülmese de, kolay iş değil.
Hele ki bazen İzmir'de, kentin yaşadığı, yaşatılan kısır döngüye baktığınızda; içinizden kalem oynatmak gelmiyor. Çünkü son yıllarda, sürekli kendisiyle kavga eden, kavga ortamından beslenen, soluk alan, hatta buna alışan bir kent görünümü var önümüzde. Elbette bu durumun nedenleri üzerine, uzun uzun yorum yapmak da; şimdilik çözmüyor bu sorunu.
***
Ama bu ortamı körükleyenlerin, bu ortamda temel aktör işlevi üstlenenlerin,
şehri çok fazla yorduklarını düşünüyorum. Oysa, İzmir bunu hiç hak etmiyor. İzmir gibi özel bir şehir, bu tabloya hiç layık değil. Bu tablodan, İzmir'de yaşayan bir gazeteci olarak,
çok sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Ama sonuçta bizler ne kadar sıkılsak da,
yaşanması gereken yaşanıyor işte. Yine de İzmir'in geleceğini düşünerek, tanık olduklarımıza,
olumlu yerden bakmaya çalışmak herhalde en güzeli.
***
Yazı çaresiz kalınca da, galiba yine en güzeli, insanı sıkan bu ortamdan hızla uzaklaşarak, yazının farklı boyutlarına geçebilmek. Çünkü bazen sözcükler de çaresiz kalabiliyor.
Örneğin küçük bir anlatı:
Bir zamanlar filozof
Heraklit'e, "Niçin az konuşuyorsunuz?" diye sormuşlar:
Heraklit şu yanıtı vermiş: "Sizler bol bol gevezelik edesiniz diye..."
***
Yani bırakalım çok konuşmak isteyenler, konuşsunlar... Söz serbest, düşünce hür... Biz ise paylaşmaya çalışalım.
Konfüçyüs bir arkadaşına şöyle demiş:
"Senin bir yumurtan var, benim bir yumurtam var. Sen yumurtanı bana versen, ben de yumurtamı sana versem; yine senin bir yumurtan, benim de bir yumurtam olmuş olur.
Ama senin bir bilgin var, benim de bir bilgim var. Sen bilgini bana versen, benim bilgimle birlikte iki bilgim olmuş olur. Ben de bilgimi sana versem, senin bilginle birlikte, iki tane bilgin olmuş olur."
***
Dünyada küresel olan şehirler dahil;
her şehrin kendisine ait krizleri vardır.
Ama bunu örneğin İstanbul'da, nedense çok önemli sorunlar dışında, hissetmezsiniz. Çünkü yaşam akar geçer bir yerinden.
Herkes kendi telaşında yaşayıp gider; sadece kentin önemli aktörleri hisseder yaşananları. Ama daha küçük ölçekli şehirlerde, doğaldır, bunu daha derinden hissedersiniz.
Bu yönden baktığınızda, bazen bir kentin krizi, özetinde kentlilerin de krizini temsil eder. İnsan 'aidiyet' duygusuyla, yaşadığı kent ile kendisini özdeşleştirdiğinde, belki bunu daha iyi algılar.
***
Bir kentteki bazı kentliler, aynı kentte yaşayan, ilminin genişliğiyle meşhur olan bir bilgeye sorulmak üzere sorular hazırlamışlar. Sorularını sırasıyla sormuşlar; bilge de cevaplamış:
-En akıllı kişi kimdir?
-Her zaman başkalarından öğrenecek şeyler bulan kişidir.
-
En güçlü kişi kimdir?
-Öfkesine hakim olan kişidir.
***
-En zengin kişi kimdir?
-Elindeki hazinenin, yani yaşadığı günün ve saatin kıymetini bilen kişidir.
-Saygıya kim layıktır?
-Kendisine ve dostlarına saygı gösteren kişi.
Bu cevaplar üzerine birisi atılmış:
-Ama efendim, bu söyledikleriniz o kadar açık ve belli şeyler ki!
-Zaten çok açık olduklarından, insanoğlu onları bu kadar çabuk unutabiliyor, demiş bilge...